Arabesk Rap: “Bozar mı sandın acılar?”
1960’lı yıllar… Türkiye’nin siyasi ve kültürel açıdan değişiklikler yaşadığı, “köyden indim şehre” göçünün yavaş yavaş başladığı zamanlardı. Bu zamanlar aynı zamanda bir alt kültürün, arabesk müziğin doğduğu dönemdi. Yıllar içinde değişmeye devam edecek siyasi ve kültürel ortamda 60’ların ürünü arabesk müzik de dönüşecekti. Hatta, zaman ilerledikçe Türkiye, Almanya’daki gurbetçilerinden rap müziği öğrenecek ve arabesk müzikle birleşen rap’e tanık olacak. Değişimi ve dönüşümü durmayan arabesk müziğin ortaya çıktığı yıllarda arabesk icra eden sanatçılara bu türün böylesi bir alt kültür doğuracağı söylense herhalde dalga geçiliyor diye düşünürlerdi. Başlarda horlanan ama sonradan bağra basılan arabeskin bu yolculuğu ve rap müzik ile kesişmesi popüler kültür tartışması açısından önemli bir konumda diye düşünüyorum. Bu yazı boyunca da “dert edindiğim” bu yolculuğu kendimce irdelemeye çalışacağım.
1960’lar Gecekondu Müziği
Dönem, müzik endüstrisi açısından çok parlak olmasa da endüstrinin parlamak için adımlar attığı bir dönem. Belki Unkapanı’nın emekleme zamanları diye tabir edilebilir. İstanbul’a “ünlü” olmaya gelecek arabesk sanatçılarının müzik endüstrisinin kapısını çalmalarına daha vardı. Bu sırada, arabesk ifadesi Suat Sayın’ın eserleri için kullanılıyordu. Sayın’ın Mısır’dan aldığı batı nağmelerini kullanması, orkestra düzeni ve orkestrayı Batılı yaylı çalgılarla zenginleştirmesinden dolayı dönemin müzisyenleri tarafından Suat Sayın’ın besteleri arabesk müzikti.
1960’lı yıllar müzik deneyimi açısından elverişli yıllardı. Suat Sayın’ın bestelerinde uyguladığı çeşitlilik aslında sadece arabesk müzik için geçerli değildi. Halk müziği ve çalgıları farklı müzik türlerinde yeniden keşfedilmeye başlandı. Anadolu Rock, bu keşfin rock müziğe uyarlanmasıyla ortaya çıktı. Arabeskteki keşif ise Suat Sayın’ın ardından Orhan Gencebay ile devam etti. 1966 yılında Deryada Bir Salım Yok adlı ilk popüler şarkısı, Gencebay’ın bu şarkıda halk müziğiyle Batılı yaylı çalgıları birleştirmesi arabesk müziğe dair önemli bir adımıydı. 1968 ise hem arabesk müzik için hem de Orhan Gencebay için dönüm noktası denilebilir. Hatasız Kul Olmaz ve Bir Teselli Ver şarkıları, köyden kente göç etmiş ve genellikle de gecekonduda yaşayan insanların günlük dertlerini o kadar iyi yakaladı ki arabesk müzik, göçmen ve gecekondulu halkın neredeyse kitlesel olarak beğenisini topladı. Aslında bir beğeniden çok ortaya çıkan şey kendilerini ait hissettikleri bir alanın benimsenmesiydi.
Arabesk müzik kendi dinleyici kitlesinin isyan etme aracıydı. Kente göçerken bekledikleri, hayalleri ve istekleri bir yanda kalmış ve düş kırıklıklarıyla mücadele eden bu insanlar çektikleri sıkıntıya dair söylem üretebilme şansına erişmişlerdi. Ancak, her ne kadar arabesk müzikte isyan, öfke ve kızgınlık gibi duygulara yer verilse de bu müziğin kaderci bir yanı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Çünkü arabesk, çekilen acıyı ve ıstırabı aynı zamanda bir tecrübe olarak görür, bu yüzden bir süre sonra teslimiyet ortaya çıkar. Burada da arabeskin ikiliği belirir ve “kitle tüketimine dönük bir hümanizm” doğurur. Modernleşme, yarattığı gurbet ve yalnızlık sorunlarıyla sıkıntılı ama onun içinde “daha iyi bir dünya” kurma isteği uyandıracak kadar da iyi bir yana sahip. Arabeskin bu çelişkili yanının 80’li yıllarda daha net ortaya çıktığını söylemek mümkün.
1980’ler… Acıyı Sevmek Olur Mu?
60’lı yıllarda göç etmiş insanların 80’lere gelindiğinde artık oy potansiyeli yaratacak seviyeye gelmesiyle arabeskin ikili yanı keskinleşmeye başladı. Oldukça geniş olan bu kitleyi kültürel kodlarından yakalamak en mantıklı yollardan biriydi ve bu mücadeleden nasibini alan arabesk müzik oldu. 1980’lerin sonunda doğru televizyon ve radyolarda arabesk müziğin çalınmasına izin verilmesi konusu gündeme geldi. Arabesk müziğin televizyon ve radyolarda çalmaya başlaması daha fazla kitleye ulaşmasını sağladı. Böyle olunca minibüs ya da gecekondu müziği denilerek aşağı görülen arabesk, popüler kültürün bir parçası haline geldi. Bu durum daha çıktığı yıllarda onu benimseyen dinleyicilerini mutlu etmişti. Mutluluğu sağlayanlarsa hala arabeskin isyankar yanından dolayı endişeliydi. Bu yüzden, 1989 yılında Kültür Bakanlığı bir arabesk bestecisine gelecek yıllarda çıkacak olan arabesk şarkılara örnek olması açısından “acısız arabesk” şarkısı ısmarladı ama sonuç başarılı olmadı
Arabesk yavaş yavaş popüler kültürün bir parçası haline gelmiş olsa da bu müzik türünün temellerinden biri olan yoksulluk sürmeye devam ediyordu. Bunun etkilerinden biri ise 2000’li yılların ortalarına doğru belirdi.
Diss Atmalar Diyarı
ASi StayLa, iSyanQaR26, ArSız Bela ve daha birçok genç, dünyasını tek bir müzik türüne odaklayıp onun imgelerini kendi hayatına yerleştirmeye çalıştı. Kendi gerçeklik algılarını bu müziğe sabitlediler ve hayatlarının temeline oturttular. Bu, sadece belli bir müzik türüne odaklanıp onu dinleme deneyimi değildi ve giyimden saç kesimine, harf kullanımından konuşma şekline kadar birçok alana sirayet eden bir müzik arabesk rap. Bu alt kültürün içindekiler, 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda onlar gibi benzer sıkıntıları çekmiş olan teyzelerinden ve amcalarından farklı olarak toplumda daha aktif ve görünürdü. Özellikle bedenin gösteriselleşmesi arabesk rap yapan ve dinleyen kesim için önemli. Bunun bir temsilini de “apaçiler” örneğinde bulmak mümkün. Maddi imkanlarının normal şartlarda el vermeyeceği markaların taklitlerini giyerek ve saçlarını kendilerine özgü tarzda şekillendirerek içten içe bir özenme haliyle beraber topluma uyum sağlama çabasını apaçi temsilinde bulabiliriz. Uyum sağlama çabasının yanında kendilerine güç veren en önemli unsurlardan biri dinledikleri müzik. Arabesk rap, gündelik hayatta yaşanılan sorunları biraz silikleştirdiği için bu gençlerin kendilerini daha güçlü hissetmelerini sağlıyor. Aynı zamanda slogan olmaya müsait şarkı sözleri ve dinleyicilerinin yaşam tarzını ifade etmesi yönüyle arabesk rap’in duygusal bir isyan özelliği taşıdığını söylemek mümkün.
Görünür olma meselesiyle ilgili eklenebilecek bir konu da Youtube’a yüklenen diss atma videoları. Gruplar arasındaki atışmaların sadece mahalle arasında kalmasını istemeyerek dijital bir mecraya videosunu çekip koymak, alt sınıfların kendinden beklenenden farklı bir role bürünerek- kimine göre yerini ve haddini bilmeme de olarak adlandırılabilir- arabesk furyasına gençliğinde katılmış amcaları ve teyzelerinden daha agresif bir tavır takındıklarını söylemek mümkün. Tabi bir durumu da atlamamak gerekiyor ki Müslüm Gürses konserinde kendini jiletleyenlerle kafasına silah ya da bıçak dayayarak fotoğraf çekilen arabesk rap sever gençler arasında bir akrabalık olması.
Arabeskin kendi zamanında çok silik kaldığı gibi bir görüşe sahip olduğum düşünülmesin yine de zira arabeskin 80’li yıllar sonlarına doğru televizyonlarda ve radyolarda yayınlanmasıyla arabesk filmlerin de patlamasını düşünürsek silik bir yanı olduğunu söylenemez ama devlet desteği olmasaydı bu kadar görünür olabilir miydi sorusu da yerinde olacaktır. Günümüzdeyse zamanının arabesk filmler furyasına benzetilebilecek derecede arabesk rap filmi diye bir tür olmasa da televizyonda ya da internette yayınlanan bazı dizilerde arabesk rap tınılarını duymak mümkün. Buna denk gelebiliyor olmamızda arabesk rap ile uğraşanların ve dinleyicilerinin kendi alanlarına büyük bir çabayla sahip çıkmalarının etkisi olduğunu düşünüyorum.