Eat the Elephant’a Bir Hafta Kala: Kişisel Bir A Perfect Circle Tarihi

Comments (0) Bir Portre, Serbest Bölge


Lisans zamanlarımda dinlemekten hiç bıkmadığım üç grup vardı: A Perfect Circle (APC), Tool ve Trespassers William. Bu üç grup da, şu an dinlediğim şarkıların ya da notaların esas temelidir aslına bakılırsa. Mer de Noms, ender olarak CD’sini aldığım albümler arasındadır.

Halen cover denince aklıma ilk gelen iş, APC’nin Imagine yorumudur. Geleceğe umutla bakan bir şarkıyı, geleceğin içinde kapkaranlık bir bakış açısıyla yeniden yorumlanması, aradan yıllar geçse de bana halen çok yaratıcı gelir. Bir şarkının tüm balans ayarlarıyla oynamak ve ondan bambaşka bir kimya yaratmak gerçekten dâhiliğin sınırlarını zorlamaktan başka bir şey değildir gözümde.

APC haftaya 14 yıl sonra yayınlanacak yeni albümü “Eat The Elephant” ile tekrardan bizlere merhaba diyecek. Bugün yaşı 30’lara dayananlar için kuşkusuz çok farklı anlamlar ifade eden bu albüm öncesinde, APC’nin tarihini oldukça kişisel bir gözle hatırla(t)mak istedim.

Kuruluş Günleri

Billy Howerdel, 90’ların ilk çeyreğinde Tool’da gitar teknisyenliği yaparken, Maynard’ın yanına gelir ve elindeki hazır bestelerden bahseder. Bu bestelerden oldukça etkilenen Maynard, ilerleyen yıllarda Tool’un poliritmik ve kompleks müziğinin yanı sıra, melodik, progresiften ziyade alternatif rock’a daha yakın ve hatta kendisinin‘feminen’ yanını müziğine yansıtmak için Billy’nin yanına sokulur.

Bestelerini kayıt edebilmesi için Billy’e bir ev kiralayan Maynard, ortaya çıkan işten oldukça memnun kalır ve Billy ile APC’yi kurmaya girişirler. İlk aşamada gruba Tim Alexander (Primus davulcusu) ve Paz Lenchantin (Judith klibindeki bass çalarken saçını inanılmaz bir karizmayla toplayan kadın olarak da kendisini hatırlayabilirsiniz) katılır. Ancak stüdyo kayıtlarında ise davulun başına, Tim Alexander yerine Josh Freese geçer ve grubun resmi davulcusu olarak albüm kayıtlarına adını yazdırır.

Başlangıç: Mer De Noms

Mer De Noms çıktığında öylesine bir gürültü koparmıştı ki; albüm o yıl Billboard 200 listesine 4. sıradan giriş yapmış, sadece ilk hafta 150.000 binin üstünde kopya satmıştı. Çıktığı yıl birçok listede yılın albümleri arasında yer almıştı.

Albümün çıkış şarkısı olarak Judith seçilmişti Judith, Maynard’ın annesinin sancılarını ilk defa öğrendiğimiz şarkı olarak da tarihe geçebilir.  Maynard’ın “Fuck Your God” çığlığıyla beyinlere kazınan şarkı, hayatını dini kurallara ve tanrıya adayan Judith Keenan’ın felç geçirip, hayata küsüşünü konu alır.

Maynard, annesine neden o meyvenin tadını bakmıyorsun da, dua ediyorsun der. Sen ona her şeyi verdin, peki o her şey oldu mu senin için der… Kuşkusuz bu cümleler, Judith’in hastalığının Maynard’da yarattığı psikolojik tahribattan başka bir şey değildi elbette… Belki de annesinin söylemekten çekindiklerini, söyleyebilme cesaretiydi… Oysa Judith her gün dua etmeye devam etti ve öldü…

“Did it all for you?”

“Peki o, senin için her şey oldu mu?”

İşte tam da bu nedenle APC, Tool’dan çok daha farklı bir iştir. Judith, Maynard’ın Tool’da yapamadıklarının göstergeleriyle doludur adeta. Albümün geneline bakarsak, modern bir rock sound’unun hakim olduğunu söyleyebiliriz.

Mer De Noms, belki Tool kadar her detayın en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğü bir albüm olmayabilir ancak her unsur kusursuz bir paydada buluştuğu bir albümdü. The Hollow ve Magdelena’daki Maynard’ın doğu tandanslı vokalleri, Led Zeppelin’in  orta doğu dokunuşlarından farklı bir yol değildi… Orestes merkezine bir Yunan Tragedyasını almıştı. Yine spiritüel bakış, yine teoloji… Liriklerde metaforik anlatımın sınırlarını zorlayan Maynard, albümün adını adeta metaforların denizine dönüştürmüştü. (Albümün adı Fransızca İsimler Denizi’dir)

Albümde çalanlara gelince, Mer De Noms’ta Paz Lenchantin görevini ustalıkla yapmıştı. Josh Freese davullarda yine basit olanı, karmaşık halde anlatmaya koyulmuştu. Diğer albümlerle kıyaslandığında, APC’nin hard rock’a en yakın albümüydü. Bunda Mer De Noms’un debut bir niteliğe sahip olması ve grubun bu albümdeki kadrosunun müzikal öncelikleri önemli bir noktada duruyor olsa gerek…

Thirteenth Step: Kimliği Ararken

APC’nin kimlik arayışına girdiği albüm olarak Thirteenth Step gösterilebilir. Albümün kayıtları sırasında bass gitarist Paz Lenchantin yerini The Smashing Pumpkins’in kurucu gitaristi olarak bilinen James Iha’ya bırakmıştı.

James Iha’nın gruba dahil olmasıyla adeta bir ‘supergroup’ haline gelen APC, bu albümde ilk albümdeki agresif sound’unu, daha sakin, gitar efektlerinin ön planda olduğu bir anlayışa çekmişti.

The Noose gibi bir ağıt bu albümde ortaya çıkıyor, Wings for Marie (Part 1&2) adeta bizlere uzaklardan göz kırpıyordu. Blue yine ilk albümdeki albümlere kıyasla oldukça sakin, gitar delay’lerinin baş rolde olduğu bir şarkıydı.

Ancak albümde sadece ‘yeni’ APC’den oluşan şarkılar bulunmuyordu. Albümde Mer De Noms dönemini yeniden ele alan şarkılar da fazlasıyla vardı. İlk anda aklıma gelenler The Outsider, Pet ya da Weak and Powerless oldu.  

The Outsider gitar rifflerinin adeta Mer De Noms’dan fırladığı, Maynard vokalinin daha agresif bir tonda yankılandığı ve albümdeki diğer şarkılara karşın metronomu oldukça yüksek bir şarkıydı. Pet yine benzer bir şekilde, daha introsundan kızgınlığını en yükseklere taşıyan bir şarkıydı. İlk albümden Sleeping Beauty’e yapısal olarak benzer bir intro’ya sahip şarkı, uyuşturucu bağımlısı birinin uyuşturucu ile kurduğu ilişkiyi şizofrenik sözlerle anlatımına sahipti. Çok iyi liriklere sahip bir şarkıdır.

Zaten albüm bağımlılık teması etrafında şekillendiği için, ilk albümdeki spirütel göndermeler bu albümde neredeyse hiç yoktu. Konsept denilince, aklıma gelen ilk işlerden biridir bu albüm. Her şarkı incelikle düşünülmüş, Tool etkilerinin biraz daha gözümüze sokulduğu, bağımlılık temasının getirdiği bir sonuç olarak buram buram atmosfer üreten bir albümdür.

APC’nin kanımca sindirmesi en zor işidir. Bu albüme dair yazılmış şöyle güzel bir ekşi sözlük entry’si de vardır, ki adeta düşüncelerime deryadır.

eMOTIVe günleri: Şu Cover Meselesi ve Kimlik

Yazımın girişinde bir Imagine güzellemesi yapmıştım. Imagine güzellemesi aslında, daha önceden şu yazıda Sinan’ın değindiği konudan ibarettir. Cover’da temel mesele nedir allah aşkına?

Okurken sıkılanlar olacak ama cover dediğimiz meseleye etimolojik olarak baktığımızda, cover’ın bir şeyi muhafaza etmekten ortaya çıktığını görürüz. Yani korumaktan. Ancak koruma eylemi, burada daha çok üstünü örten yani kapsayarak koruyan bir yana işaret eder.

Bu tanımı müzik etrafında düşündüğümüzde ise, karşımıza mevcutu koruyarak, yani kapsayarak, yani üstünü örterek, mevcut durumun varlığına yeni anlamlar ekleme mevzusu olarak karşımıza çıkar.

Şöyle anlatayım; geçmişte arabaların üstünü örttükleri bir case vardı. Bugün 30’larında olanların kabusu gibidir o sahne. Baba bir tarafta, çocuklar bir diğer tarafta, parlak gri bir muşambayı takmaya çalışırlardı. Sonra tekrar çıkar, katla derken, üst baş berbat bir hale gelirdi.

İşte o üstü örtülü arabalarda şu durum vardır aslında, aslında halen arabandır ama bambaşka bir hale bürünmüştür artık araba.Parlak kırmızı renge sahip araba, parlak gri bir bezle kapsanmıştır, ve artık araba yeni bir kimliğe bürünmüştür.

Arabanın halen orada olduğunu biliriz, bu ‘özdür’ aslında, ancak araba farklı bir görünüm elde etmiştir. Bir bakıma varlığı dönüşmüştür. Yani arabanın diğer nesnelerle ilişkisi tamamen değişmiştir.

İşte eMOTIVe’in çıkış noktası da bu değişen ilişki üzerinedir. Albümdeki tüm şarkılar adeta bu  etimolojik tartışma üzerinden çıkmaktadır. Imagine örneğinden yola çıkalım; John Lennon Imagine’ı daha majör bir (müzik) key’ine sahipken, APC versiyonundaki hali daha dramatik bir minör key’e sahiptir.

Düzenlemesi karanlıktır. vokal karanlık, hatta klip bile karanlıktır. Bir şarkının kimyasıyla böylesine radikal bir şekilde oynamak, müzikal yetenek, yaratıcılık, dünyaya bakış gibi birçok unsuru da yönetebilmekle alakalı olsa gerek.

Grup bize artık dünya 60’lardaki gibi bir yer değil, dolayısıyla Imagine de günümüzde bu kadar aydınlık bir şarkı olmamalı savı ile şarkının kimyasını değiştiriyor. Sosyolojik bir bakış açısıyla müziğin ruhunu değiştiriyor ve bunu mükemmele yakın yapıyor.

Bu albümdeki tüm şarkılar- Passive haricinde- kimyası tamamen değiştirilmiş cover’lardan oluşmaktadır. Bunun ilk sinyalini Maynard, Led Zeppelin’in No Quarter cover’ında denemişti. Yine şarkının kimyasını tamamen değiştirdiği bir cover denemesiydi.

Bu nedenle, albümdeki tüm cover’lar, cover meselesinin özü üzerine kuruludur. Zaten ilk dinleyişte de, “Hangi şarkının cover’ıydı bu?” diyerek adeta yeni bir şarkıyı dinliyormuş havasına giriyorsunuz çoğu zaman.

2004- 2018: “APC Şimdilik Bitti” (mi?)

İşte bu güzel günlerden sonra, 2006’da Tool 10000 Days adlı albümünü çıkardı. Sonrasında grubun beyni, gitaristi ve bestecisi Billy Howerdel’dan “APC is done for now” açıklaması geldi. Daha ne oluyor demeden, Billy yeni projesi Ashes Divide’ı açıkladı, Maynard ise şarapçılık ve Puscifer kanadında yoluna devam etti.

İki proje de, o kadar eksikti ki gözümde… Ashes Divide’da Billy vokale geçmiş, Josh Freese stüdyoda davula, Maynard’ın oğlu Devo Keenan ise albümün yaylı kayıtlarında yer almıştı. Aslına bakılırsa Ashes Divide, APC müziğini ortaya koyuyordu ancak, Maynard’ın eşsiz vokali -biraz da gizemi- Ashes Divide’ın bir APC etkisi yaratmasını engelliyordu.

Maynard ise solo projesi Puscifer ile yola devam etti. Puscifer’da biraz daha deneysel işlere girip, elektronik düzenlemelerin baskın olduğu bir müziğe yelken açtı. Ama dediğim gibi, ne Ashes Divide’dan, ne de Puscifer’dan bir APC çıkmıyordu. Bu da biz APC fanileri için elbette büyük bir hayal kırıklığından başka bir şey değildi.

Yıl 2012’yi gösterdiğinde ise canımız ciğerimiz Billy yine durduk yere bir açıklama yapma gereği duydu ve  “artık canımız istediğinde stüdyoya girip şarkı kaydedeceğiz” dedi. Bu açıklamanın sonu ise bir şekilde yeni albüme çıkacaktı.

Grup 2017’nin ikinci yarısında yeni albümün müjdesini verdi. Albümden ilk By and Down geldi, sonrasında ise sırasıyla Dissillusioned, The Doomed ve TalkTalk geldi. 14 yıl aradan sonra, yani Tool’un son albümünden bile uzak bir süreçten bahsediyorum. Çok uzun zaman oldu. Ben 2003’te daha Lise 3’teydim, şu an ise doktora öğrencisiyim. Hayat çok değişti, ülke değişti, dünya ise tahmin edilemeyecek noktalara geldi… Önümüzdeki günlerde yeni bir APC albümü ile karşı karşıyayız. Biraz geçmişi hatırlayalım istedim.

Eat The Elephant yıllar sonra tanıdık birinin, bir anda tekrardan ortaya çıkışı gibi… Merhaba! 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir