Kiminin nefret ettiği kiminin ayrılmak istemediği şehir: Ankara… Kedisiyle, keçisiyle, döneriyle ve müziğiyle bir anlamda “tuhaflıklar” şehri olan Ankara. Bir anda nereden geldiğini anlamadığınız hanımeli, iğde veya ıhlamur kokusu bile tuhaf demek için yeterli olabilir. Ortaçgil’in dediği gibi kokuların şarkısı başlar aniden Ankara’da. Bir tür karmaşıklıklar şehri de aynı zamanda burası. Genelde “memur kenti” olarak bilindiği için planlı ve düzenli olmasına vurgu yapılsa da içten içe bir karmaşıklık/karışıklık vardır bu şehirde. Sokaklarında dolaşırken her telden insanla karşılaşmanız mümkün. Özellikle Kızılay resmen insan manzarası sunar. Bu arada ayrılmak istemeyen tarafta olduğum anlaşılmıştır diye düşünüyorum 🙂
Bu kadar çok sevdiğim şehrin müzikle ilişkisi ise ona olan bağlılığımı daha da arttırıyor sanırım. Ankara’da yapılacak hiçbir şeyin ve gidilecek “doğru düzgün” yerin olmamasından çokça yakınılır. Denizin olmaması en büyük eksikliğidir zaten. Bütün bu olumsuz olarak tarif edilen şeyler aslında Ankara’ya olumlu bir etki bırakıyor. Muhabbet etmek, (sözde) az olan mekanlardan birinin müdavimi olmak ya da evde arkadaşlarınızla toplanmak gibi insanları birbirine yaklaştıran şehirdir Ankara. İstanbul’da olduğu gibi Boğaz ya da Adalar turu yapamıyor olabilirsiniz ama yapılacak şeyi size Ankara buldurtur yani kendi başınızın çaresine kendiniz bakarsınız. O yüzden yalnızsanız da sorun değil. Mesela yalnızken yapılacak en iyi şeylerden biri yürümek. Uzun yürüyüşler yapmak bir şehri tanımak için en iyi yollardan biri ayrıca. Hele ki iki tarafı yeşile boyanmış Ankara sokaklarından birindeyseniz ya da parkların içinden geçip yolunuzu uzatıyorsanız ister istemez müzik dinlemek gelir içinizden. Yürüyüş güzergahınıza göre bile playlist oluşturabilirsiniz. Alarga’nın Bu Şehrin Zaptiyesi şarkısında geçtiği gibi bir defa yollara düştüğünüzde dönmek nedir pek bilmeyeceksiniz zaten. Gece’nin “bana bir şarkı söyle yolumuz uzun” demesinde Ankara etkisi var mı bilinmez ama bu şehre çok uyduğu bir gerçek.
Şehrin özellikle bazı noktaları öylesine müzikle iç içe ki… Bu konuda Kale civarının ilham verici yanını unutmamak gerekir ki İkaru bunu müthiş şekilde göstermiştir. İçinde Ankara veya Ankara’ya dair şeyler geçen şarkıları düşününce de şehrin müziğe nasıl bir etkisi olduğu daha net çıkıyor ortaya. Mesela Kalben Kuğulu’da buluşur, Vega Tunalı’da kahvaltı tutkusuna kapılır ve asıl mesele Ankara’da aşık olmaksa zaten zordur.
İnsanları bir araya getiren, yalnızken de kendinizi dinleyebildiğiniz bir şehirde müzik yapabilme ihtimaliniz de haliyle artıyor. Bugün birçok iyi müzisyenin/grubun Ankara’dan çıkması da tesadüf olamayacak kadar şehrin kendisiyle ilişkili. Özellikle de rock müzikte Ankara etkisi inkar edilemez. “Gri Değil, Siyah: Ankara Rocks” belgeselini izlediğimde bu düşüncem daha da netleşti. Yönetmenliğini Ufuk Önen’in yaptığı bu belgeselde 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda Ankara’da yapılan ve yaşanılan rock müzik ve Ankara’nın griliğini bu müzikle “siyaha” çevirenler konu edinilmiştir. O yıllardaki müzik tutkusunu görmek insanı bugüne dair ümitlendiriyor. Günümüze gelinceye kadar o dönemdeki rock etkisinin azaldığı bir gerçek olsa da o zamanlardan bir şeylerin hala kaldığını umuyorum.
Ankara’da olmak “evde olma” hissi gibidir; kafanız ve ruhunuz sakinlemiş ve artık kendinizlesinizdir, bir şeyler yapma zamanıdır. Bu zamanını güzel şarkılar yaparak kullanan Ankaralı müzisyenler sayesinde de hislere tercüman birçok şarkının memleketi olmuştur Ankara.