Gökhan Türkmen yıllardır çevremde adı yankılanan bir isimdi. Çok dinlemediğimi öncelikle belirtmeliyim, fakat Gökhan’ın adı “farklı bir şey deniyor bu” gibi cümlelerde ısrarla ve inatla geçiyordu. Yani popülerdi ama, diğerleri kadar da ‘basit’ değildi icra ettiği müzik. Kafalarda ciddi bir ikilem yarattı. En azından benim için durum böyleydi.
Bir araf hali vardı müziğiyle aramda. Ancak Synesthesia single ile bu araf hal çok net bir şekilde bitti. Artık yaptığı işleri bir şekilde takip edeceğimi düşünüyorum çünkü Synesthesia son zamanlarda dinlediğim en iyi alternatif çalışmalardan biri. Zaten bu alternatif hâl de, bu yazının sorusu aynı zamanda. Popüler bir müzisyen ne kadar alternatif olabilir?
Synesthesia birkaç gün önce yayınlandı, ancak bu single’ın sinyalleri uzun zamandır kulağımıza geliyordu sanırım. Bu sinyalleri Gökhan yaptığı ‘işlerle’ bazen göze sokarak, bazen de oldukça sakin bir tonda yayıyordu.
Bestelerinde altyapılar, popüler müzik işlerine kıyasla oldukça doyurucuydu. Popüler müzikte görmediğimiz denemeleri yapmaktan hiç çekinmedi.
Yeri geldi performanslarıyla farklılaştı, yeri geldi aldığı aksiyonlarla bu yola girişti. Misal arkasında çalan müzisyenlerin aynı zamanda GT Band adlı bir grubu var. Bu grup Türkmen ile çaldığı gibi aynı zamanda çok sıklıkla olmasa da ayrı performanslar da veriyor. Hepsi de birbirinden değerli müzisyenler.
Sonrasında GTR Müzik’i kurdu. Tarkan’dan Adamlar’a kadar birçok iyi albümünün kaydedildiği “Deneyevi” stüdyosunu satın aldı, ki Deneyevi tam da kapanırken bu durum gerçekleştiğini de belirtmekte fayda var. Burada da yavaştan iyi işler çıkarmaya başladı. Bora Uzer bunlardan bir tanesi misal.
Aslına bakarsanız, tüm bu olan biten “Synesthesia” sinyalleriymiş, ben fark edememişim. Büyük Ev Ablukada’nın Fırtanayt albümünden sonra böylesine kaliteli yerli alternatif pop işi dinlememiştim sanırım. Çok kaliteli bir iş çıkmış, ve her mashup da oldukça doyurucu.
Bass’ta Feryin Kaya var. Gevende’den tanıdığımız Serkan Emre Çiftçi de Trompet’de. Alternatif sahnenin bilinen ve yaptığı işlerle saygıyı hak eden müzisyenleri, bu parçaların kayıtlarında önemli bir yer edinmiş. Ayrıca yeri gelmişken değineyim, kayıtlar tertemiz. Çok iyi bir prodüksiyon var bestelerde -Spotify’dan bildiriyor muhabir-.
İlk şarkı Gökhan Türkmen’in Dene adlı şarkısının cover’ı. Sıkı bir rock’n roll denemesi… Yavuz Çetin’in rock’n roll melodileri şarkıya çok iyi gitmiş. İki şarkıdan yeni bir şarkı çıkarmışlar adeta. Stüdyo işçiliği ise kusursuz bir sound çıkarmış. Tam bir stüdyo şarkısı gibi. Oeehh diyerek dinledim kayıtları. Tertemiz iş.
Diğer şarkı ise Depeche Mode’un Personal Jesus’u ile ortaya çıkıyor. Şarkı Nil Karaibrahimligi’in, “Seviyorum Sevmiyorum”u cover’ı ile can buluyor. Ortaya çıkan ise, Muse etkilerinin kanımca bol bol hissedildiği bir Personal Jesus. Cover’ın davul yürüyüşleri adeta ben Muse’um diye bağırıyor misal. The Uprising sonrası Muse olduğunu unutmamak gerek. Elektronik seslerin de içinde olduğu endüstriyel bir sound yakalanmış.
Gökhan Türkmen’in kariyerini, tiyatroyu işletebilmek için; TV dizilerinde yer alan tiyatro sanatçılarına benzetiyorum. Endüstriyel zamanlarda, kaliteli müzikte bu yol da mübah elbet. Popülerden alternatife dönüşmek, hem de kaliteli bir şekilde dönüşmek kulağa oldukça güzel işler bırakıyor.
Gökhan Türkmen yıllardır müzikal çıtasını sürekli yükselten, popüler bir müzisyendi. Ancak Synesthesia’da bu durum artık tüm ön yargıları köşe kenara atacak gibi, en azından ben bir kenara attım artık.
Not: Bu yazının hayata geçmesinde, yıllar boyunca Gökhan Türkmen’i dinlesene diyen değerli müzisyen dostum Eren Karacaoğlu’na ayrıca teşekkürler. Birçok anektod Eren’e aittir.