Hope Sandoval’ın The Telegraph’a verdiği röportajın başlığı yalnız kalmak istiyorumdu.. Röportajı okurken “galiba benim yazının başlığını da bulmuş oldum böylelikle” diye iç geçirdim. Hiç şaşırtıcı bir cümle değildi benim için. Hatta biraz düşünsem, başlık için bu anlama gelecek farklı bir kelime grubu bile seçebilirdim, ama gerek kalmadı.
Çoğumuz Hope Sandoval’ı Mazzy Star’ın minyon ve kendi halinde vokali olarak biliyoruz. Dönem insanları için kuşkusuz, bir vokalden de ötesiydi. Sahnede gözlerini kapatan, utangaç tavırlar içerisindeki bir kadındır.. Adının aksine, umutsuzluk getirir insanın aklına… Adı büyük bir tezatın ta kendisidir. Slowcore denilince aklıma gelen ilk seslerden biri, Fade Into You’daki vokal girişidir; yalnızlık ve sakinlik. Yalnız bir kadının sakinliği… Aslına bakılırsa, Slowcore benim için Hope’un ta kendisidir…
Ancak bu durumun benimle sınırlı kaldığını hiç zannetmiyorum. Hope, Slowcore ya da Sadcore (ne denirse densin) üzerine bir sohbete girişildiğinde akla gelen ilk seslerden biridir. Hope, Fade Into You gibi çıktığı dönemde binlerce kopya satmış, birçok önemli filmin ya da dizinin soundtrack’inde yer almış bir şarkının sesidir. Kırılgan Hope vokali olmasaydı, Fade Into You bu kadar etkileyici olur muydu sahi?
Slowcore ve Amerika Kırsalı
Slowcore ve Hope birlikteliği 90’lı yıllara dayanıyor. 90’larda Amerika kırsalında yaşayan bir grup genç için yaşanılan dünya bir tür tezatı ifade ediyordu. Kırsalda doğup büyümüş, içine kapanık, sakin, yer yer depresif bir grup insan, küreselleşme çığlıkları atılan dünyaya inat, sakinlikten yanaydı. Kırsalda yaşayan gençlerin müziğe yansıması ise sakinlikten, yani kırsalın sakinliğinden başka bir şey olmayacaktı pek tabii- sinema karşılığı için bkz Amerikan bağımsızları.–
Slowcore elbette akustik bir sound, düşük tempo, genellikle delay’lere bürünmüş hüzünbaz bir gitar, yer yer ambient bir tavır, minimal aranjmanlar ve kırgın lirikler vaat edecekti. Slowcore neo-liberalizm ve küreselleşme çığlıkları atılan bir 90’lar dünyasında, 70’lerin umutlarını yer yer oldukça karanlık bir tabloda barındırma çabasıydı. Bir nevi tutunabilme hikayesiydi de aynı zamanda…
Kırsalın Çelişkisi
O dönemin gençleri, hem yeniden etkilenecek hem de Folk Rock ya da Americana’dan kopamayan bir türü üreteceklerdi. Kırsalda yaşayanın büyük çelişkisi yine ortaya çıkıyor işte; modern olmak ya da olmamak. Mazzy Star 2013’te “Seasons Of Your Day”i çıkardığında Uncut’a verdiği bir röportaj var. Bu röportajın özellikle ilk bölümü, tam da modern ve geleneksel arasında kalan çelişkiyi gösteren birçok örneğe sahip.
Slowcore böyle doğdu diyebilirim. Üzerine eklenenlerle 90’lardan bugüne şöyle bir Slowcore kadrosu çıkarabilirim size. Cat Power, Hope Sandavol, Anna Lyne Williams, Mark Linkous, Mark Kozelek ya da Jason Molina… Buradaki müzisyenlerin çoğunluğunda görülen bir durum var; çekingenlik ya da içe kapanıklık.
Hope Sandoval
Sparklehorse’un beyni Mark Linkous intihar etmiş, Chan Marshall alkol kullanımı nedeniyle bir dönem müziği bırakmış ya da seyircilerin kendisine gülmesi nedeniyle sahnede hüngür hüngür ağlamış. Türkiye’ye kadar gelip göremediğim Tigress gibi akustik balladlarıyla gönüllerde yer etmiş Jason Molina ise 3-4 yıl önce hastalığı nedeniyle ölmüştü. Bu kadar aksilik, bir müzik türünde bir tesadüf olarak düşünülemez.
Amerika kırsalı 90’larda böyle bir sound ve ruh hali teslim etti. İnatla, böyle bir dünya da var dedi. Bu nedenle Hope, çoğu zaman bizi şaşırtabiliyor. Modern zamanlarda yalnızlığı övmek ya da utangaç olmak, bizler için bir tür anomali gibi bir şey adeta. Başrolünde Hope’un olduğu Mazzy Star ve Hope Sandoval and The Warm Inventions ise bu serüvenin en değerli yolculuklarından.
Hope Sandoval ve Mazzy Star
Mazzy Star 90’lı yılların alacakaranlığında ortaya çıktı. Dünya o dönemde neo-liberalizm adlı bir eğlence bulmuştu. David Roback ve Hope Sandovalgibi iki sıradan karakter ise bu çığlıkların aksine sakin bir hayat yaşıyordu. David Roback’ın gençliği The Doors, Love ya da Velvet Underground gibi grupları dinleyerek geçmiş. Hope ise abisinin mahalledeki gangsterle yaşadığı sıkıntılar nedeniyle bıçak sırtında bir gençlik yaşamıştı. Ergenliği genelde sessiz ve içe kapanık bir şekilde geçmişti. O da Roback gibi gençliğinde The Beatles dinlemekten hayranlık duyuyordu. Yolların kesişme anını Hope bize şu şekilde anlatıyor Uncut röportajında. “İkimiz de birbirimizin yaptığı müziği seviyorduk.”
Hope başka bir röportajında 90’ları efsanevi zamanlarolarak değerlendiriyor. Mazzy Star tam da böyle bir alacakaranlıkta ortaya çıkıyor. İkilinin yolları kesiştiğinde ortaya çıkan şey ise Mazzy Star’dı. Hope içine kapanık haliyle grubun duygusal tarafını, Roback ise ruhani tarafın teknik detaylarıyla ilgileniyordu. Bu iş bölümünün patlama noktası elbette Fade Into You ile olacaktı… Fade Into You, Hope’un adını hiçbir zaman vermediği eski erkek arkadaşı hakkındaki itiraflarından oluşuyordu. Hope, bu şarkıda geçmişteki bir ilişkisinde yaşadığı hayal kırıklığını dile getirir. İlişkinin hayal ettiği gibi olmamasını samimi ve naif bir dille anlatır;
“I look to you and I see nothing
I look to you to see the truth”
“Sana bakıyorum ve hiçbir şey göremiyorum,
Oysa sana gerçeği görmek için bakıyorum.”
İlişkiye dair ne kıran, ne döken iki kıta. Ancak yine de acıtıyor. Fade Into You’nun bulunduğu “So Tonight That I Might See” 1993’te bir milyodan fazla kopya satarak, yılın en satılan albümleri arasında platinumsertifikasını aldı. Fade Into You birçok dizide kullanıldı. Şu an ilk sahneye çıktığı günkü utangaçlığını koruyor. Hatta arkadaşlarıyla kayıt yaparken, görüşmemeyi tercih ettiğini söylüyor, özellikle internet teknolojilerinin bu işte çok işe yaradığını da belirtiyor.
17 Yıl Sonra Çıkan Bir Albüm: Among My Swan
Hope, Mazzy Star’ın Among My Swan’den tam 17 yıl sonra bir araya gelişini, geldiğinde, “biz zaten sürekli bir şeyler kaydediyorduk” diyerek esasında fiili ve duygusal bir ayrılığın olmadığını da özetliyordu. Hatta, “Seasons of Your Day”de çalınan bazı şarkıların, grubun kurulduğu zamanlarda kaydedilen şarkıları da barındırdığı belirtiliyor.
2013’te yayınlanan Mazzy Star albümü de üzerinden yıllar geçse de aynı tadı verebildi. Halen aynı sakinlik, sessizlik mevcut… Son albümlerinde de yollarından pek sapmadan devam etmişlerdi. Albüm çıktığında birkaç majör media outlet haricinde, neredeyse tüm kanallarda 8/10’luk bir albüm yapmışlardı.
Benim durduğum yer ise bazı grupların hiç değişmemesi gerektiği üzerine. Hope bunu yıllardan bu yana gerek naifliğiyle gerekse de kendi halindeliğiyle değişmeden anlatıyor. Hope hiç değişmedi. Oysa Hope’un yola çıkarken modern ve geleneksel arasında şekillenen bir ikilemi vardı. Bu ikilem sanki halen devam ediyor. Halen Americana ya da Folk Rock etkileri var, ancak modern rock da şarkılarında önemli bir etken ve yeniyi takip etmeye çalışıyorlar.
Hope Sandoval and the Warm Inventions
80’lerin sonu, 90’ların başı… Brit Pop’un sürekli pohpohlandığı bir dönem. Yine bir grup genç, sürekli olarak pohpohlanan Brit pop’a kıyasla daha atmosferik bir müziğe yelken açıyordu ve shoegaze olarak adlandırılan bir türü ortaya çıkarıyordu.
Jesus & Mary Chain, Cocteau Twins ya da My Bloody Valentine gibi grupların öncülüğünü ettiği bu tür, temel olarak 1960’ların saykoledeliğine göndermelerde bulunuyordu. Slowcore Amerika’daki büyük dönüşümün tam kırsalında Slowcore ortaya çıkarken, Büyük Britanya’nın gençleri ise daha atmosferik bir sound ile dönüşüme direniyorlardı. Farklı kıtalarda, benzer hikayeler ve ikilemler ile…
Hope Sandoval ve Colm Ó Cíosóig
Geçmişleri belki de karbon kopya kadar birbirine benzer iki kişinin yolu, 2000’li yıllarda bir araya geldi. Bir yandan Mazzy Star ile tahmin edemeyeceği, belki de hiç istemediği bir popülürlerlik elde eden Hope, bir diğer yanda ise My Bloody Valentine’ın halen aktif üyesi Colm Ó Cíosóig. Bu ikili bir araya geldiğinde ortaya çıkan şey ise; Hope Sandoval and The Warm Inventions.
İlk albümleri Bavarian Fruit Bread’i çıkarttıklarında Amerika 11 Eylül ile sarsılıyordu. Direndikleri dönüşüm, büyük bir ikonun-ikiz kulelerin– çöküşüyle başlamıştı. Ancak o ikonun çöküşü, onları 70’lere götürmedi, sadece yüzlerce masum insanın hayatını kaybetti. Debut albüm grubu ne shoegaze’e yakınlaştırdı, ne de Slowcore’a.
Yakınlaştıkları alan folk rock oldu. 2001 yılında çıkan albüm, akustik tınıların daha ön planda olduğu, elektrikli enstrümanların neredeyse düzenlemelerde hiç yer almadığı bir albümdü. Bu albüm, tamamen geleneği seçen bir debut’tu. O kırsalda büyüyen gençlerden, 11 Eylül gibi bir faciadan sonra ise gelenekten kopmak da beklenemezdi. Yüzlerini geleneğe döndüler. Belki de geçmişe daha da bağlandılar.
İkili debut albümden sonra tam 9 yıllık bir sessizliğe girdi. Bu sessizlikteki en temel durum ise, 11 Eylül’ün yaratmış olduğu ruhsal tahribattan başka bir şey değildi. Hope bunu “etrafımızdaki bomba patlama korkusu, müziği üretmemize de engel oluyordu” diyerek açıklıyor.
“Through The Devil Softly” çıktığında aldıkları tepkiler, folk olan tarzlarının, görece de olsa ambient bir tavra doğru yöneldiği üzerineydi. Ee!… Bu biraz beklenilen bir sonuçtu. Öte yandan, Colm’un arka planını ortaya çıkan ürünü de etkilemişti. Örneğin, Artık Hope’un vokalini “kendi halinde bir atmosferik hal” olarak da değerlendirebiliriz. Müzikte artık elektrik de vardı, gitarlar bazı şarkılarda elektriğe bulanmıştı. Biraz da delay’lar artmıştı. İkili ne Slowcore, ne de shoegaze yapıyordu. Tam da orta noktada buluşmuşlardı sonunda.
Sonuç Yerine
Slowcore’un temelinde sakinlik büyük yer tutuyor kuşkusuz. Bu sakinliğin dehlizlerinde ise kırsaldaki hayat yer alıyor. Bu yazıda, 90’larda kırsal ve müzik ilişkisini hayranı olduğum Hope üzerinden anlatmaya çalıştım. Hope Sandoval gençliğinden şu anki müzikal kariyerine kadar, bu ilişkiyi gözlemlemek çok da zor değil. Bunu bazen sahnedeki duruşuyla, bazen içe kapanıklığı ya da yalnızlığıyla, bazense Slowcore’dan asla uzaklaşamamasıyla anlayabiliriz. Kuşkusuz bu metin, Chan Mashall, Mark Linkous ya da Mark Kozelek üzerinden de yazılabilir. Bu müzisyenlerin çoğunluğunun hayatında benzer hikayeler var, ya da vardır muhtemelen. Birazcık deşildiğinde benzer kaybeden hikayeleri çıkacaktır. Lafın kısası Slowcore çoğunlukla Amerika kırsalının 90’lardaki bir fotoğrafı gibi. Bu fotoğraf ise gri, puslu ve yalnız… Her şeye rağmen umut veren Hope ise bu fotoğrafın en güzel yanı…