Bir Portre: Travis

Comments (0) Bir Portre, Genel

Herkesin stresli, üzgün ve depresif anlarında kendini daha iyi hissetmek için dinlediği belli isimler vardır. Kimi zaman böyle durumlarda daha da dibe batma isteğiyle hüzünlü şarkılar da dinlemeye yatkın olabiliyoruz ama a beraber sürüklendiğiniz isimlerden birini başka bir yazıda görürsünüz belki, beklemede kalın!

Kime göre neye göre daha iyi hissetmek ve iyi hissetmek zorundayım mıyım sorularını bir kenara bırakarak “biraz havam değişsin” dediğim zamanlarda dinlemek istediklerim arasında ilk 10 arasında yer alabilir Travis. İsmini Paris, Texas filmindeki Travis Henderson karakterinden alan grup, özellikle 2000’lerin başında, gruba büyük başarı getiren The Man Who albümüyle beraber, kendisinden sonra gelen Keane ve Coldplay gibi gruplara öncülük etmesiyle anılmaya başlandı. Kaldı ki Travis’in Oasis geleneğindeki brit-pop sonrası post- britpop akımının başını çekenlerden olduğunu söylersek yanlış olmaz. Yine de bu brit-pop’tan tamamen kopmak anlamına gelmedi tabi ki. Bunun örneğini The Man Who albümünde yer alan Writing To Reach You şarkısında görebiliriz. Şöyle ki; şarkının başlangıcı Oasis’in Wonderwall şarkısının başlangıcına çok benzer, hatta ne çaldığını bilmeseniz belki Wonderwall bile sanabilirsiniz. Yine de aynı albümde “there is no wonderwall to climb” demekten de geri durmamışlar. 🙂

 Günlük Güneşlik Havadan Yağmurlu Bir Güne 

Her ne kadar The Man Who grup için bir dönüm noktası olmuşsa da ilk albümleri Good Feeling’in de hakkını yememek gerek. Bu albümde özellikle All I Want To Do Is Rock, parıldaması gereken şarkılardan biri bence. Gelelim birçok kişinin gönlünde Travis’in taht kurmasına yol açan The Man Who albümüne. Why Does It Always Rain On Me?, Writing To Reach You ve Turn gibi şarkıların bulunduğu albüm, tam olarak depresif ama umudunu korumaya çalışan bir ruha sahip. 1999’daki Glastonbury festivalinde Why Does It Always Rain On Me? çalmaya başladıklarında günlük güneşlik havanın bulutlanıp bir anda yağmur yağmaya başlaması da şarkının ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor. 🙂

Veee 2000’ler… 2001 yılının belki de en iyi şarkılarından biri olan Sing geldi kapımızı çaldı. Ummadığım anda duyduğumda yüzümde gülümseme oluşturan bir şarkı… The Invisible Band albümü, The Man Who sonrası grubun başarısını devam ettirip ettiremeyeceği sorusuna bir cevap niteliğindeydi. Side, Flowers In The Window, Dear Diary ve Sing gibi şarkıların olduğu albüm yine Travis’den beklenen şekilde hayatın içinden her duyguyu yansıtıyordu. Sonuçta “Dear diary, what’s wrong with me?” gibi bir cümleyle de karşılaşabileceğiniz bir albümden bahsediyoruz.

 Healy’nin Depresyon Hırkaları 

Grup, Neil Primrose’un geçirdiği kaza sonrası iyileşmesiyle beraber daha önceki albümlerinden biraz daha farklı içerikteki 12 Memories albümünü 2003’te çıkardı. 12 Memories daha sonra Healy’nin açıklayacağı üzere kendisinin depresyona girmesine yol açan 12 sebebe dayanıyordu. Bu albümdeki şarkıların yazımının uzun sürmesi de yine Healy’nin depresyonu kaynaklıydı. Geçen zaman içinde palazlanan ve boynuz kulağı geçti dedirtecek derecede ilerleyen Coldplay’in rüzgarında 4 yıl aradan sonra The Boy With No Name albümü çıkmış olsa da bu albümün güzelim şarkılarına rağmen arka planda kaldığını düşünüyorum. Oysa ki Closer, Battleship, Big Chair ve My Eyes gibi şarkılar bu albümde yer alır. Grubun son iki albümü Where You Stand ve Everyting At Once ustalık dönemi eserleri olarak yerini aldı, albümleri dinlerken grubun kendi imzasını yıllar boyunca nasıl oluşturduğunu çok net duyabiliyorsunuz.

İngiliz basınının zamanında “depresyona girmemiş Radiohead” olarak tanımladığı grup aslında yıllar içinde hayatın her noktasına dokunarak adım adım dinleyicilerinin anılarında yer edindi. İster üzgün olun ister mutlu sizi muhakkak yakalayacak bir Travis şarkısı bulabilirsiniz ve bence grubun gücüde tam olarak buraya dayanıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir