Joe Bonamassa’dan yeni albüm: Redemption

Comments (0) Dünyadan

Bonamassa, blues-rock’ın engellerini yeniden tanımlamaya ve zorlamaya devam ediyor. Bonamassa gerçek bir blues’cu bunu hepimiz biliyoruz. Albümdeki parçaların bazılarında caz esintilerini de duyabiliyorsunuz. Özellikle nefeslilerde…

Albüm, Bonamassa’nın yanında, Tom Hambridge, James House, Gary Nicholson ve Richard Page ve Amerikan rock’n’roll efsanesi Dion DiMucci gibi en iyi müzik akıllarıyla birleşiyor.

Albüm Blackbird Studios, Nashville TN, Cave Australia, Sydney OZ, Studio At The Palms, Las Vegas NV, Criteria Hit Factory, Miami FL, Addiction Sound Studios, Nashville TN gibi çeşitli stüdyolarda kaydedildi.

Read article

Gökhan Türkmen: Popülerden Alternatife

Comments (0) Albüm, Bizim Sahneler

  Gökhan Türkmen yıllardır çevremde adı yankılanan bir isimdi. Çok dinlemediğimi öncelikle belirtmeliyim, fakat Gökhan’ın adı “farklı bir şey deniyor bu” gibi cümlelerde ısrarla ve inatla geçiyordu. Yani popülerdi ama, diğerleri kadar da ‘basit’ değildi icra ettiği müzik. Kafalarda ciddi bir ikilem yarattı. En azından benim için durum böyleydi.

Bir araf hali vardı müziğiyle aramda. Ancak Synesthesia single ile bu araf hal çok net bir şekilde bitti. Artık yaptığı işleri bir şekilde takip edeceğimi düşünüyorum çünkü Synesthesia son zamanlarda dinlediğim en iyi alternatif çalışmalardan biri. Zaten bu alternatif hâl de, bu yazının sorusu aynı zamanda. Popüler bir müzisyen ne kadar alternatif olabilir?

Synesthesia birkaç gün önce yayınlandı, ancak bu single’ın sinyalleri uzun zamandır kulağımıza geliyordu sanırım. Bu sinyalleri Gökhan yaptığı ‘işlerle’ bazen göze sokarak, bazen de oldukça sakin bir tonda yayıyordu.

Bestelerinde altyapılar, popüler müzik işlerine kıyasla oldukça doyurucuydu.  Popüler müzikte görmediğimiz denemeleri yapmaktan hiç çekinmedi.

Yeri geldi performanslarıyla farklılaştı, yeri geldi aldığı aksiyonlarla bu yola girişti. Misal arkasında çalan müzisyenlerin aynı zamanda GT Band adlı bir grubu var. Bu grup Türkmen ile çaldığı gibi aynı zamanda çok sıklıkla olmasa da ayrı performanslar da veriyor. Hepsi de birbirinden değerli müzisyenler.

Sonrasında GTR Müzik’i kurdu. Tarkan’dan Adamlar’a kadar birçok iyi albümünün kaydedildiği “Deneyevi” stüdyosunu satın aldı, ki Deneyevi tam da kapanırken bu durum gerçekleştiğini de belirtmekte fayda var. Burada da yavaştan iyi işler çıkarmaya başladı. Bora Uzer bunlardan bir tanesi misal.

Aslına bakarsanız, tüm bu olan biten “Synesthesia” sinyalleriymiş, ben fark edememişim. Büyük Ev Ablukada’nın Fırtanayt albümünden sonra böylesine kaliteli yerli alternatif pop işi dinlememiştim sanırım. Çok kaliteli bir iş çıkmış, ve her mashup da oldukça doyurucu.

Bass’ta Feryin Kaya var. Gevende’den tanıdığımız  Serkan Emre Çiftçi de Trompet’de. Alternatif sahnenin bilinen ve yaptığı işlerle saygıyı hak eden müzisyenleri, bu parçaların kayıtlarında önemli bir yer edinmiş.  Ayrıca yeri gelmişken değineyim, kayıtlar tertemiz. Çok iyi bir prodüksiyon var bestelerde -Spotify’dan bildiriyor muhabir-.

İlk şarkı Gökhan Türkmen’in Dene adlı şarkısının cover’ı. Sıkı bir rock’n roll denemesi… Yavuz Çetin’in rock’n roll melodileri şarkıya çok iyi gitmiş. İki şarkıdan yeni bir şarkı çıkarmışlar adeta. Stüdyo işçiliği ise kusursuz bir sound çıkarmış. Tam bir stüdyo şarkısı gibi. Oeehh diyerek dinledim kayıtları. Tertemiz iş.

Diğer şarkı ise Depeche Mode’un Personal Jesus’u ile ortaya çıkıyor. Şarkı Nil Karaibrahimligi’in, “Seviyorum Sevmiyorum”u cover’ı ile can buluyor. Ortaya çıkan ise, Muse etkilerinin kanımca bol bol hissedildiği bir Personal Jesus. Cover’ın davul yürüyüşleri adeta ben Muse’um diye bağırıyor misal. The Uprising sonrası Muse olduğunu unutmamak gerek. Elektronik seslerin de içinde olduğu endüstriyel bir sound yakalanmış.

Gökhan Türkmen’in kariyerini,  tiyatroyu işletebilmek için; TV dizilerinde yer alan tiyatro sanatçılarına benzetiyorum. Endüstriyel zamanlarda, kaliteli müzikte bu yol da mübah elbet. Popülerden alternatife dönüşmek, hem de kaliteli bir şekilde dönüşmek kulağa oldukça güzel işler bırakıyor.

Gökhan Türkmen yıllardır müzikal çıtasını sürekli yükselten, popüler bir müzisyendi. Ancak Synesthesia’da bu durum artık tüm ön yargıları köşe kenara atacak gibi, en azından ben bir kenara attım artık.

Not: Bu yazının hayata geçmesinde, yıllar boyunca Gökhan Türkmen’i dinlesene diyen değerli müzisyen dostum Eren Karacaoğlu’na ayrıca teşekkürler. Birçok anektod Eren’e aittir.

Read article

Ağaçkakan’ın yeni teklisi Kesin Şamatayı yayında!

Comments (0) Albüm, Bizim Sahneler

I’mpty ile Ağaçkakan’ın yollarını yeniden kesiştiren Kesin Şamatayı; elektronik sound’un kısım kısım yükseldiği ve bu irtifa artışlarına da buraların nefeslilerinin eşlik ettiği bir uçuş deneyimine dönüşüyor. Ağaçkakan’ın pek çok projede farklı altyapılarla çalıştığını görmüştük, Kesin Şamatayı da koleksiyonu geliştiren yeni bir şarkı oldu.

Kesin Şamatayı; iddialı, buyurgan bir şarkı ismi. Yine de ismine aldanmayın, bu emir size değil ama ne yaptığınızın farkındayım diyor Ağaçkakan. Ne ben yapacağımı yaptım, ne siz yapılması gerekeni yaptınız. Ee bir de “Göklerden gelen kararnamelerin” bu şamataya şekil vermek veya onu sınırlamak üzere sık frekansla dürtüp durması. Şamata içre temaşa.

Kafasını bir an klozetten çıkaran adamın nefeslenip bu sefer kendi isteğiyle klozetin içine girmesi(Trainspotting?) gibi, Ağaçkakan da dahil olduğumuz şeye hak ettiklerini söyleyip bu izlenceye geri dönüyor –yine.

“Evvela bıçak bilir böyle kanamayı” diyor Ağaçkakan. Balta sapının ağaçtan olması paradoks değildir. Çünkü gören görülmüş, duyan aynı zamanda duyulmuştur da.

Şarkıyı dinleyebileceğiniz diğer platformlar için:

https://sonymusicturkey.lnk.to/KesinSamatayi

Read article

Aphex Twin’den yeni kayıtlar

Comments (0) Dünyadan

Richard David James, nam-ı diğer Aphex Twin, kendisini tanıyanlarda farklı çağrışımlar yapıyor olabilir.  Aphex Twin deyince kimimiz 90’lı yılların başlarına götüren atari müziklerine benzer sesleri, kimimiz  başka bir boyuttan indiği izlenimini veren, yavaş ve dingin  ambient çalışmaları, kimimiz de sadece çatlak mühendisler için oluşturulmuş gibi görünen, hızlı, telaşlı, grift ve mekanik kayıtları hatırlıyoruz. Modern elektronik müziğin dahi ya da deli çocuğu Richard David James, 2018 yılının son demlerine yaklaştığımız şu günlerde yeni bir EP ile karşımıza çıktı. Zaten son birkaç yılda, albümden öte, Single ve EP’ler ile görünüyor.

Ara ara ortaya çıkıp kaybolan, hatta çok uzun yıllar boyu kaybolabilen Aphex Twin, 2014 yılında, 13 yıllık bir aradan sonra Syro albümü ile geri dönüş yapmış, daha sonra herhangi bir albüm çıkarmamış, 2016 yılında ise Cheetah EP’si yayınlanmıştı. Bu yıl, yaz ayının sonlarına doğru başta İngiltere olmak üzere çeşitli ülkelerin sokaklarında, fanları arasında aniden belirmeye başlayan meşhur Aphex Twin logoları, alttan alta yapılan gizemli hazırlıkların, bir şeylerin gelmekte olduğunun habercisiydi ve bu şey, Collapse adı ile Eylül ayında başımıza geldi.

Collapse, beş parçadan oluşuyor.  Son yıllarda, parçalarının isimlerinin de, parçaların kendileri gibi karışık olmasının doğal bir sonucu olarak, bu EP’teki bazı şarkılar da, “1st44”, “MT1t29r2” gibi, Wi-Fi şifresinden hallice bir şekilde adlandırılmış. Diğer parçaların isimleri de “T69 Collapse”, “pthex” ve “abundance10edit[2 R8’s, FZ20m & a 909]” şeklinde.  Richard David James’in kafasının içinin anlaşılmasının güçlüğüyle doğru orantılı bir biçimde, Collapse EP’si  hakkında yorumlar yapmak da oldukça zor.  Sadece; bulanık synthler ve aksak davullar içeren, gürültülü, rahatsız edici, manik bir çalışma olduğunu, yani Aphex Twin için alışıldık bir tabir olan “arıza” sıfatı ile tanımlanabilir olduğunu söylemekle yetinmemiz kâfi.

EP’ten T69 Collapse isimli şarkı, video olarak da paylaşıldı.  Geçmişteki birçok videosu gibi, İngiliz prodüktör Aphex Twin’in deli ya da dahi beyin kıvrımlarının çıktısı olan kodların, psikolojik bir rahatsızlığın ve/veya, çeşitli sebeplerden ötürü tahrif olmuş bir bilinç halinin dışavurumu niteliği taşıyan bu video da hemen aşağıda yer alıyor.

Read article

“Aklını Almaya Geldim” : Fransa’da RAP

Comments (0) Serbest Bölge

« Senin aklını almaya geldim, yıldızların arkasındakileri sana göstermek için. Seni şiddete yönlendiren negatif dalgaları bir tarafa bırak ve bizim adımlarımızı takip et, işte o zaman içindeki yaratıcı kişiyi keşfedeceksin… »

Afrika Bambataa

Rap diye adlandırdığımız müzik türü aslında hip-hop kültürünün doğurduğu bir müzik dalıdır. Hip-hop kültürü ise « Zulu Nation » tarafından ortaya çıkartılmış ve birçok sokak sanatının bir çatı altında buluşmasını temsilidir. Bu uluslararası örgütün amacı hip-hop sayesinde sokaklardaki şiddeti engellemek ve alternatif yönlerle, yani sanat aracılığıyla, insanların kendilerini ifade etmelerini sağlamaktır. Bu örgütün kurucusu Afrika Bambataa, New York’un en sıkıntılı mahallelerinden birinde, yani South Bronx’ta dünyaya gelmiştir. Ve geçmişinde, « gang » diye adlandırdığımız, bir mahalle çetesinin liderliğini yapmıştır. Bir gün bu davada, bir yakın arkadaşını kaybeder ve o gün hayatını değiştirmeye karar verir. Bu olaydan sonra, Afrika Bambataa şiddete karşı savaş vermeye söz verir kendisine ve bu yönde, 1973 yılında, Zulu Nation örgütünü kurar. Bu yeni akım, Amerikalı gençleri mest etmeyi başarmıştır ve 1980’li yıllarda Avrupa’ya kadar gelmiştir. Ortaya çıkan ilk ünlü rap grubu, 1979 yılında Rapper’s Delight parçası ile popülerliği zirve yapan The Sugarhill Gang grubudur. Ondan sonraki yıllar Grandmaster Flash gibi gruplarda bu yeni akımın bir parçası olmayı başarmışlardır.

Zulu Nation

Ortaya çıkan ilk Amerikan rapçileri Fransa’ya 1982 yılında konser vermeye gelirler. Rap’in bu kadar ünlü bir müzik türü olmasını tetikleyen isimler oradalardı, Afrika Bambataa gibi, Mr.Freeze veya Futura 2000 gibi. Bu konserler, Fransa’nin ghettolarında büyümüş gençlere bir umut ışığı olmuştur.  Artık rap sayesinde onlarda ifade özgürlügüne sahip olabileceklerdi. Bu akım sayesinde, Kool Shen, Joey Star, Mc Solaar, Assassin, Tonton David, Saïsaï ve Dee Nasty gibi isimler ortaya çıkmaya başarmışlardır.

Fransız sosyolog Hugues Bazin’ya göre, bir rapçi kelimelerin efendisi gibidir ve kendisine saygı duyulmasını hak eder, çünkü o halka, barış ve birlik mesajları verir. Bu nedenle « Master of Ceremony » ünvanını taşıması bir hak gibi görünür. Rapçi için, rap bir silahtır, ama negatif anlamda değil, aslında tamamen karşıtı, o pozitif bir silahtır. Hatta Hugues Bazın’ya göre, bazı rap parçaları politikacıların konuşmalarına taş çıkarabilecek türdendir. Rap ezilen halklar için adanmış bir müzik türüdür, onlarında artık söz sahibi olabilmeleri için ortaya çıkmıştır. Bir rapçinin görevi gerçekleri halka aktarmaktır, insanları karanlıktan çıkartıp, aydınlığa yönlendirmektir. Bu müzik ne dil ne din nede milliyet tanır, herkesi birleştirebilen bir güce sahiptir.

Rap, Fransa’ya « underground » bir şekilde ayak basmıştır. Tercüme edersek, « yer altı rap’i» anlamına geliyor, yani kapitalizmin ona daha ulaşamadığı zamanları temsil ediyor. Underground rapçinin bir geçerliliği olması için, parçalarının devrimci bir yapıya sahip olması gerekiyordu. Bu nedenle rapçiler, Fransız devleti tarafından yapılan haksızlıkları, ghettolardaki kötü yaşam şartlarını dile getirirlerdi. En ünlü parçalardan biri NTM grubu tarafından yazılmış  « Police » parçasıdır. Bu parça Fransız devletinin polisine karşı yazılmıştır. Fransa’da ghettoların ortaya çıkmasının nedeni, Fransız devletinin, kendi ülkesini savaş sonrası, tekrardan inşa edilebilmesi için çağırdığı göçmenleri zor şartlarda yaşatıp, onları ötekileştirerek Fransız halkından uzak bir yaşamı empoze etmesidir. Bu haksızlık içeren durum, gençlerin içinde büyük bir hırsa neden olmuştur ve sık sık polisle karşı karşıya gelmesini tetiklemiştir. Ama hip-hop başta pasifist bir akım olarak dünyaya geldiği için, rapçiler, bu kini kâğıda dökmeye tercih etmişlerdir. Bu Fransız devletinin hiç hoşuna gitmedi tabii ki. Bu nedenle, bazı rapçilere karşı davalar açılmıştır. Müzikler sansürlenmek, anlamları çarpıtılmak istenmiştir. Ve en son rap, elit kesimler tarafından, küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Fakat Müzik endüstrileri bu çok sevilen müzik türünü es geçemezlerdi, bu nedenle devrimci rap’i, endüstriyel bir rap’e çevirmeyi adeta bir hedef haline getirmişlerdi ve nitekim oldu…

Sonuç, bugün Fransa’da tamamen « ticari bir rap » dünyası kurulmuştur. Artık, rap parçaları sadece kapitalizme hizmet eden birer sistem aracı olmuşlardır. Bu 1990 yıllarının ortasında başlayarak, bugünlere kadar bir çığ gibi büyüyerek gelmiştir. Fransız rapçilerinin arasında, tabii ki underground rap’in değerlerine sahip çıkanlar hâla var, fakat medyaların öne sürdükler rap tarzı, kadınların eşyalaştırıldığı, paranın öne çıkarıldığı parçalardır. Çünkü sistemin işine gelen budur.

Yazımı ünlü Amerikalı sosyolog Howard Becker’in, Outsiders kitabından bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum.

« Jazz müzisyeni sevdiğini çalar fakat ticari yönde müzik yapan müzisyen sadece dinleyicilerini tatmin etmek ister […] İmkansız olan bir şey vardır, oda hem dinleyicileri tatmin etmek hem de kendisiyle dürüst olmaktır ».

Derya Uygun

Read article

Eylül’e Veda Ederken: Caz piyasasından yeni albümler, tekliler ve haberler

Comments (0) Albüm, Dünyadan, Güncel, Kritikler

Eylül ayı caz piyasası için epey sıcak, cazseverler için dinlenecek onlarca albümle yoğun bir ay olmaya son günlerine kadar devam etti. Hazır bu kadar çok yeni albüm geliyorken yakalayabildiklerimizi şöyle bir listeleyeyim, üstlerine biraz karalayayım dedim. Uygun müzikal yeterliliğe sahip olmadan ve albümleri oturup birkaç kere dinlemeden incelemek elbet mümkün değil, o kısmı uzmanlarına bırakalım. Bu yazı yalnızca bilgilendirme amaçlıdır.

Hayırlı Cazlar! (daha&helliip;)

Read article

Koşulsuzluklara Ses Olmak yahut Sakıncalılık Üzerine

Comments (0) #Rap, Dünyadan, Güncel, Serbest Bölge

Yıllardır gördüğümüz sanatçıların tepkilerini icraları yoluyla gösterme durumu, ulaşılabilirliğin ve erişimin de artmasıyla büyük ölçülerle göz önünde. Müzik türleri ilerliyor ve birbirine eklemleniyor, üzerine bir de siyasi ve kültürel elementleri daha da fazla içine alıyor ve buna ses oluyorken artık eleştirilerin daha düzgün yapılmasını, ilerlemenin ve birlikteliğin savunulmasından başka şeyin mevzu bahis olmamasını diliyor insan.

 

“Rap ve hip-hop, Robert E. Lee heykelinden daha zararlı”

Bu kışkırtıcı sözler efsanevi caz trompetçisi Wynton Marsalis’in Mayıs ayında Jonathan Capehart’a verdiği bir röportajda geçmişti. Sürekli dönüp dolaşan, hip-hop kültüründeki ırkçılık tartışmaları ve hip-hop’ın siyahi topluluğa zararları tartışmasına bu örnek üzerinden bir bakmak istedim.

“My words are not that powerful. I started saying in 1985, I don’t think we should have a music talking about niggers and bitches and hoes. It had no impact. I’ve said it. I’ve repeated it. I still repeat it. To me that’s more damaging than a statue of Robert E. Lee.”

 

Güney’in kahramanı Robert E. Lee ve heykel meselesi

Robert Edward Lee, İç Savaş Dönemi Amerika’sının en öne çıkan figürlerinden. Memleketi Virginia’nın köleliğin kaldırılmasını talep eden Birlik’ten ayrılma kararı üzerine, tarıma ve plantasyonların devamlılığı için kölelerin iş gücüne dayalı Güney’in tarafını seçerek Konfederasyon Ordusu’nun efsanevi komutanı olmuş isim. Dönemin en kanlı geçen muharebelerinden Gettysburg’den bahsedilirken ‘yanlış hesaplama’ ve ‘yenilgi’ sözcükleriyle adını tarih derslerinde duyurur aynı zamanda.

Ek bir bilgi: Abraham Lincoln, İç Savaş’ın patlak vereceği anlaşılınca kendisine Birlik Ordusu’nun komutasını almasını teklif eder. Karısına yazdığı mektuptan Lee’nin de aslında kölelik yandaşı olmadığını öğreniyoruz. Fakat Virginia’nın Güney’i desteklemesi üzerine memleketine ve insanına arkasını dönemeyeceği için Abraham Lincoln’ın teklifini reddederek istifasını verir. Bu sebeple kimi tarafından onuruyla, kimi tarafından da köleliği seçmesiyle bilinir. Kuzey’e büyük kayıplar verdirmesi, bir nevi kan aşkı ve çoğunu Meksika-Amerika Savaşı’nda öğrendiği söylenilen taktikleriyle kahramanlarındandır Güney’in.

O dönemlerde Konfederasyon’un önemli figürleri için dikilmiş heykeller Amerika’nın bazı eyaletlerinde hâlâ varlık gösteriyor. Köleliğin devam ettirilmesini isteyen tarafın heykellerinin halka açık alanlarda hâlâ sergileniyor oluşu, siyahiler için sessiz bir baskı ve hatırlatma unsuruyken işlenen insanlık suçunun farkında olan her vatandaş içinse utanç verici bir durum. Açık yara misali; unutulmasına, aşılmasına ve onarılmasına izin verilmeyen bir geçmiş ve sürekli bunun yükümlülüğü altında sürdürülen hayatlar.

Robert E. Lee heykeli, New Orleans

Marsalis’in memleketi New Orleans, İç Savaş döneminden kalan dört heykeli ile bu eyaletlerin arasındaydı. Konfederasyon Ordusu komutanı Robert E. Lee’nin heykeli, bu dördü arasından boyutu açısından en göze çarpanı ve en son indirileniydi. 2015 yılında bu doğrultuda alınan belediye meclisi kararında en çok etkisi olan ismin de Wynton Marsalis olduğunu öğreniyoruz. Tartışmanın isim konusu buradan çıkıyor.

Peki, yıllarını ırkçılığa karşı savaşarak geçirdiğini bildiğimiz bu isim hip-hop ve rap’in etkilerini karşılaştırırken neden bu kadar ağır bir dil ve figür seçti? Asıl ifade edilmek istenen neydi, böyle önemli bir müzisyen tarafından neden siyasette ‘political incorrectedness’ denen siyasal yerindesizliğe fırsat verilmişti?

Ne yazık ki, bunun bir cevabı yok. Marsalis’in tepkiler üzerine Facebook’ta yaptığı açıklamasına baktığımızda da böyle güçlü bir ifadenin nereden geldiğini anlayamıyoruz. Biraz geri adım, biraz yanlış anlaşılma, biraz genelleme, biraz da alınganlık diyoruz. Pornografi ve benzeri uygunsuz içeriğin normalleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına tepki haklı şekilde aynı tutuluyor, fazla genelleyici ifadede düzeltme görülüyor. Öbür yandan kastının, türü icra eden herkesi kapsamadığını belirtirken ‘Siz yanlış anladınız ve yorumlarınızda fazlasıyla cömert oldunuz’ tavrı seziliyor. Ağır söylem için herhangi bir geri adım ya da ‘Yahu bu da ağır kaçmış, kabul’ benzeri bir ifade yok. Robert E. Lee ve diğer Konfederasyon üyelerinin heykellerinin siyahiler üzerinde hip-hop kültürü kadar göz önünde ve etkili olmadığı (?) önerisi ise hala sorgulanası.

 

Pornografi ve hakaret içerikli bir müzik türü yahut baskı görmüş toplulukların mikrofonu

Olaya çok büyük tepkiler vermeden iki boyutu da ele alabilmek gerekiyor.

Sığlaşma, rahatsız edici içerik kullanımı ile müzikal açıdan (armoni, melodi vs.) kalitesi görece düşük varsayılabilecek bir tür olarak rap ve bunun kurumlaşmış olarak hip-hop kültürüne yansıyışı, Marsalis’in asıl hedefi. Öbür tarafta ise ırkçılığa, asimilasyona, haksızlıklara ve sokaklara yıllardır ses olmuş ve gücünü günümüzde Common, Mos Def, Kendrick Lamar, Rapsody, Joey Bada$$, J-Cole gibi isimlerle iyice arttırmış bir kültür olarak hip-hop duruyor.

‘Ghetto’dan; varoştan, koşulsuzluklardan çıkan ve bu kültürün temsilciliğini üstlenmiş hip-hop, içeriği ve ilgilileri açısından belirli bir topluluk demografisine sahipti. Siyahi topluluğun yaşadığı sorunlardan bağımsız beyazların hip-hop’a yönelmesi, müzik piyasasında kapitalistleşme, para kaygısı ve küreselleşme ile konular, icra şekli ve dinleyici kitlesi değişmeye başladı.

Para kaygısıyla popüler kültüre kayabilmek için belirli kutulara tik atma yükümlülüğüne giren hip-hop öbür taraftan Tupac Shakur, A Tribe Called Quest, Mos Def, Jay-Z gibi kökenlerine sadık müzisyenleri yetiştirmeye devam ediyordu. Sosyal meseleler işin içinden çıkarılıp içerikte uyuşturucu, pornografi, kimi gruplarca kutsal kabul edilen şeylere saygısızlık ve ağır küfür kullanımının arttırılmasıyla ise farklı bir alana yönelim gerçekleşti. Buna örnek olarak Rolling Stones dergisine de siyasetin umurlarında olmadığını söyleyen Snoop Dogg ve Wiz Khalifa’yı verebiliriz sanıyorum. Baskıyla karşılaşan azınlıkların müziğinden çıkarak kapitalist hayat tarzını en açık şekilde gösteren ve rapçilerin lüks arabalarını, evlerini, kıyafetlerini, takılarını, kadınlarını, kumalarını övdüğü bir tür haline gelmeye başladıkça rap belki de en çok, bahsedilen zorluklardan geçmiş olanları rahatsız eder oldu.

Wynton Marsalis, kardeşi Branford Marsalis’in aksine bu aralar fısıltılarla da olsa kulaklarda dolanmaya başlamış ‘caz polisliği’ne yakın isimlerden. Daha kibar bir şekilde, ‘purist’ deniyormuş kendisine. Cazın avant-garde ve fusion’a yönelmesine, farklı türlerle eklemlenmesine tepkileri ve dolayısıyla gelenekselci duruşuyla tanınıyor. Yenilikçi çevrelerden Marsalis’inki gibi katı yaklaşımlara cevap genelde “Faşist!” oluyor. Dönemin kalıplarını kırmış ve mümkün olduğunca farklı alanlara yönelmiş, kendini asla tekrarlamamış, hatta eski parçalarından birini çalması istendiğinde albümünü almalarını, zira o parçanın o zamanlarda kaldığını söyleyen Miles Davis’e bir rock yıldızı demesine rağmen bu kafa yapısına oldukça çelişkili hareket ettiği söylenebilir.

Aslında Marsalis’in anlatmak istediği; siyahi topluluğu, özellikle de kadınları küçük düşürücü içeriklerin kullanılması, hitabette tercih edilen aşağılayıcı söylemler ile ahlaki değerlerin siyahiler içerisinde kaybolması ve bu durumun özellikle gençlere sakıncalı oluşuydu. Wynton Marsalis gibi Sivil Haklar Hareketi’nden gelen, tüm bu olayları tarih derslerinde değil bir gerçeklik olarak öğrenmiş olanlar için tahammülü mümkün olmayan ‘nigger’ kelimesi, açıklamasındaki yüksek ton ve genelleyici yaklaşıma biraz da olsa anlam getirir nitelikte. Fakat hip-hop üzerine kalın bir fırçayla çizik atılmış olması, yıllardır Afroamerikan topluluğun yaşadığı sosyoekonomik ve siyasi problemlere mikrofon tutup tepki göstermiş, kolektif şuura katkıda bulunmuş, bunu ülke sınırları dışına taşıyarak tüm dışlanmışlara ve azınlık gruplara kendilerini ifade edebilecekleri bir taban vermiş bir kültürün silinmesi demek. Komple bir kültürü bu tip bir yorumla Amerikan toplumunda hala devam eden kölelik ve aşağı ırk algılarını siyahlar üzerinde sessizce direten bu heykellerle karşılaştırmak ve bir spektrum üzerinde aynı zarar derecesine yerleştirmek ne kadar doğruydu, Marsalis’in de aldığı tepkiler üzerine yazdığı ‘Hepsini dâhil etmemiştim’ mesajıyla kendini gösteriyor.

Aynı tip bir söylem, zamanında şu an Amerikan başkanı Donald Trump yandaşı çevrelerce Kendrick Lamar’ın da karşısına çıkarılmıştı. Hatta DAMN albümü çıktığında DNA parçasında bu tartışmayı kızdıran cümlenin sample olarak kullanıldığını dinledik.

“This is why I say, hip-hop has done more damage to young African Americans than racism in recent years.” Geraldo Riviera

Cumhuriyetçiler’in sözcüsü olmuş ve çarpıtılmış haber ve habercileriyle tanınan Amerikan Fox News kanalının spikeri Geraldo Riviera, bundan iki yıl önce Kendrick Lamar’ın Alright parçasının BET Ödülleri’ndeki gösterimi ve şarkı sözleri üzerine canlı yayında “Hip-hop Afroamerikalı gençlere ırkçılıktan daha çok zarar vermiştir” açıklamasında bulunmuştu. Kendrick Lamar performansını grafiti kaplı bir polis aracı üzerinde gerçekleştirmişti, arka planda ise parçalanmış dev bir Amerikan bayrağı. Riviera, performans ile birlikte parçanın özellikle “And we hate po-po, when they kill us dead on the streets for sure” kısmını vurgulayarak Kendrick Lamar örneği üzerinden hip-hop’ın vandalizme ve polise, dolayısıyla devlete karşı ayaklanmaya teşvik ettiğini söylemişti. Tartışmanın bu tarafındaki argümanların zayıflığından ötürü o kısmı geçiyor olacağım. Polis şiddetiyle ilgili gerçekleri ortaya bomba gibi bırakan sarsıcı videosu ve BET Ödülleri’ndeki performansı ile sağ kanattan aşırı tepki toplayan K-dot’ın Riviera’ya cevabına gelince; açıklaması oldukça sakin ve basit bir dille yapılmıştı: “Bizlerin sanatçılar olarak yaşadığımız dönemi yansıtma ve bunlara tepki gösterme hakkımız olmalı.” Ve bir cevap daha: “Problem hip-hop değil, gerçekliğimiz. Gerçeklik bu, benim dünyam bu, müziğimde de bundan bahsediyorum.” Zira bilindiği üzre, Amerika’da haksız yere polis tarafından öldürülen siyahilerin sayısı gün geçtikçe artmakta. Sokaklarda öldürülecekleri kesin olan insanların polise karşı nefretini anlatan bir parça mı, yoksa daha başından uygulanan haksız ve orantısız şiddet mi ayaklanmaya teşvik eder sorusu kafalarda döner durur.

Geçen ay R+R=NOW konseri sonrası sohbet etme fırsatı bulduğum Terrace Martin ve Christian Scott’tan da aynı cümleleri duymuştum: “Zaman değişiyor ve bizler için gittikçe kötü bir hâl alıyor. Özgürlüğü ve kucaklayıcılığıyla bilinen Amerika, artık her gün öldürülme riskimizin olduğu bir yer hâline geldi. Ülkemiz, yaşadığımız yer bu ve biz bu gerçekliğin içinden geliyoruz. Küçüklüğümüzden beri böyle, sokaklarda güvende değiliz ve bununla savaşıyoruz.

İç Savaş döneminin en önemli isimlerinden birini böyle bir karşılaştırmada kullanınca -ki Marsalis bu konudaki çalışmalarından biri sayesinde Pulitzer Ödülü’nü kazanan ilk cazcı olmuştur- çok büyük bir açık yaraya parmak basılmış olundu tabii. Röportajın yayınlanmasından sonra gördüğüm ilk tepki Christian Scott’tan gelmişti. Bu tip tartışmalara ve ayrışmalara girmektense birlikte çalışmaya ve birbirlerini yukarı taşımaya davet ediyordu müzisyenleri. Zira kutuplaşma zaten çok büyüktü ve topluluk olarak tehdit altındalardı. Sonrasında yağan tepkiler elbet bu kadar yapıcı değildi. Özellikle Kanye West, daha yeni verdiği bir röportajda ırkçılık konusunda büyük tepki toplamış açıklamalarda bulunmuşken. Öbür yandan, Marsalis’in ona dair olan cümleleri de gayet yerindeydi: Kanye West’in her zamanki gibi bunu yayınlayacağı albüm öncesinde reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla yaptığını söylüyordu ve West’e bir satışçı diyordu. VMA’de Taylor Swift ile yaşadıklarından sonra çıkan MBDTF albümü örnek olarak akıllara gelebilir.

 

Kişisel her zaman siyasidir

Her kelimenin bırakın bir şahsa; bir gruba, topluluğa, hatta bir millete dokunabileceği ve söylenecek her sözün büyük bir incelikle seçilmesi gereken bir dönemde bulunuyoruz. Wynton Marsalis’in kimi taraflarca faşist bulunabilecek caz yaklaşımı ve kast etmek istediği belirli bir rap camiası bir yana, etkileri hâlâ siyahilerin yakasında ve hayatına tehdit oluşturan ırkçılık meselesi bir yana. Bu tip ağır bir söylem elbet büyük tepkileri beraberinde getirecekti.

Aşılması gereken çok yol var hâlâ. En önemlisi belki, ağızdan çıkacak sözcüklere dikkat edebilmek. Üstelik o sözcükler çok büyük kitlelere kolaylıkla ulaşabilecek durumdaysa ve insanlar onları büyük bir merakla bekliyorsa.

Hip-hop’ta, cazda da savunulabilecek bir öneri, kişisel her zaman siyasidir. Tekrar altını çizmekte fayda var, siyasal rap yeni bir gerçeklik değil. Cazda olduğu gibi hip-hop da çıkışı bakımından sosyal meselelere dayanıyor. Günümüzde ise bu ruhu taşıyan müzisyenlerin sayısı, tepki gösterilen apolitik türdeki ilerleme bir yana alınırsa, artış göstermekte. İlk siyahi başkan olma ihtimali sebebiyle Barack Obama da müzik çevrelerince konu olarak fazlasıyla işlenmişti. Fakat önerilebilir ki Donald Trump’ın seçim kampanyalarının başlangıcından beri Amerika’da bu artış daha dikkat çekici bir hâlde. Geçtiğimiz iki yılın müzik açısından en önemli gelişmesinin türler arası işbirliği ve siyasallaşmadaki artış ile müzisyenlerin teknolojinin de sayesinde güçlerinin iyice farkına varışı olduğunu düşünmemek elde değil.

Yıllardır gördüğümüz sanatçıların tepkilerini icraları yoluyla gösterme durumu, ulaşılabilirliğin ve erişimin de artmasıyla büyük ölçülerle göz önünde. Müzik türleri ilerliyor ve birbirine eklemleniyor, üzerine bir de siyasi ve kültürel elementleri daha da fazla içine alıyor ve buna ses oluyorken artık eleştirilerin daha düzgün yapılmasını, ilerlemenin ve birlikteliğin savunulmasından başka şeyin mevzu bahis olmamasını diliyor insan.

Tüm bunları demişken, aynı ruhla 2017 yılının en iyi 21 hip-hop albümünü seçerken temayı ırk, alan ve mekan siyaseti olarak belirleyen NPR Music’e de bir gönderme yaparak birkaç albüm önerelim:

• Joey Bada$$, All Amerikkkan Bada$$
• GoldLink, At What Cost
• Jay-Z, 4:44
• Future, HNDRXX
• Vic Mensa, The Autobiography
• Kendrick Lamar, DAMN

 

Read article

25. İstanbul Caz Festivali, Caz Polisliği ve bir tepki olarak R+R=NOW

Comments (0) Dünyadan, Güncel, Konser, Kritikler, Serbest Bölge

25. İstanbul Caz Festivali tüm coşkusuyla ilk haftasını devirirken festivalde ağırlanacak sanatçılara dair bir iki bir şey yazılmazsa olmazdı.

TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası ile Türk cazına yıllarca büyük katkılarda bulunmuş sanatçıların konuk olduğu kalabalık bir konserle açılışını gerçekleştiren festival, geçtiğimiz hafta Melody Gardot’dan cazın ustaları Dave Holland, Chris Potter ve tabla üstadı Zakir Hussain birlikteliği Cross Currents Trio’ya birbirinden önemli isimler ağırladı.

Robert Plant, Nick Cave, Omar Sosa, trompetçi olanla karıştırılmasın diye isminin başına ‘b’ konulan bAvishai Cohen ve Caro Emerald gibi isimlerin dinleneceği festivalde bu yıl, yayın çevrelerince çok belirtilmese de çağdaş caz müziğinin de çok önemli isimleri yer alıyor olacak. Geçen yıl festival bu bağlamda Christian McBride, Joshua Redman ve Antonio Sanchez gibi harika isimlere yer vermişti, bu yıl görece daha genç isimler olan Julian Lage, Helge Lien Trio, Adam Baldych, BADBADNOTGOOD ve Zara McFarlane ile bu yazının asıl odağı R+R=NOW geliyor olacak.

Cazın en güzel yanı, pek çok alanda olduğu gibi, ilerlemenin asla durmuyor oluşu ve yapısı gereği eklektizme açık, başka türlere temel oluşturduğu gibi onlarla bir araya gelerek sürekli yenilikçi bir duruş kazanabiliyor oluşu. Böylece müzik yerinde saymaktansa gelişiyor, farklılaşıyor ve ileride olacaklara dair uyanan merak ve heyecanı arttırıyor. Bu bağlamda içinde bulunduğumuz dönemde dikkat çekmesi gereken bir gelişme de hip-hop ile cazın birbirine iyice eklemlenmesi ve bir anlamda tepki müziğine dönüşmesi oldu.

Bu yenilenme ve evrim sürecinde cazın ve daha modern bir sound kazanmak isteyen cazcıların piyasada ‘caz polisi’ olarak adlandırılan ve belirli dönemler sonrasını caz olarak kabul etmeyip bir değişimde bulunmaksızın kökenlere tamamen sadık kalmayı öngören sanatçılar, mekan sahipleri, eğitmenler, ‘yüksek otoriteler’ ve dinleyicilerin engeline ve eleştirisine takıldığı sıkça görülmekte. Bu ne yazık ki ülkemizde de var olan bir sorun olma yolunda emin adımlarla ilerleyerek yenilik arayışındaki müzisyenlerin yoluna taş koyabiliyor. Fakat enseyi de çok karartmadan, kaldırım taşlarının arasındaki küçücük boşluklardan yükselmeyi başaran çiçekler gibi bu sıkışmışlığa direnen sanatçılarımız da mevcut elbet, onu başka bir yazıda anlatmalı.R+R=NOW ekibinin kurucusu üç Grammy ödüllü Robert Glasper’ın da bu konuda söyleyeceği bir şey var:

“Cazın ilerlemesine izin verin!”

Günümüzde hâlâ 1950 ve 1960lar cazının, içine hiçbir katkıda bulunulmadan aynı şekilde icra edilmesinin, icra edilen müziğin ve sanatçıların kalıplara oturtulma çabasının cazın gelişmesine ve zamanını yansıtmasına olan engeli bir yana, yetişen sanatçılardan da aynı tavrın beklenmesi ve aksinin caz olarak adlandırılmasına getirilen muhalefet bu ekip üyelerinin de zamanında önüne çıkmış. Robert Glasper cazı hip-hop ile harmanladığı ilk dönemlerinde bir caz piyanisti olarak görülmemiş bile, örneğin. Şimdi geleneksel caz çevrelerinin vazgeçilmez ismi John Coltrane’in zamanında karşılaştığı benzer tepki bu bağlamda hatırlanabilir belki.

Alanlarında çok büyük fark yaratmış ve uzmanlaşmış, son on yılın en büyük projelerinden çoğunda adı bulunan müzisyenleri bir araya getiren R+R=NOW; Common, Robert Glasper ve Karriem Riggins birlikteliği August Green ile birlikte yakın dönemde oluşmuş en iyi süper gruplardan, belki de en iyisi.

Kimine göre oyundaki en parlak ve en sert oyuncuların olduğu R+R=NOW; vocader ve synth’te Terrace Martin, trompette Christian Scott aTunde Adjuah, synth ve beatbox uzmanı Taylor McFerrin, klavye ve Rhodes’da Robert Glasper, basta Derrick Hodge ve davulda Justin Tyson’dan oluşuyor. Terrace Martin’i eski caz saksafoncusu, hip-hop prodüktörü ve Kendrick Lamar’ın müziğinin arkasındaki isim olarak biliyoruz. To Pimp A Butterfly albümünün prodüktörlüğünü yapan Terrace Martin, tüm ‘caz kedilerini’ toplayarak yalnız hip-hop için değil, caz sahnesi için de bir ilk yaratılmasını sağlamıştı. Albümde Kamasi Washington’dan Stephen ‘Thundercat’ Bruner’a güncel piyasanın en önemli isimleri yer alıyordu. New Orleanslı Christian Scott ise kabile reisi dedesinin anılarını yaşatması ve ‘Siyahi Hayatlar Önemlidir’ gibi oluşumlardaki duruşu ile bu bağlamda yaptığı müzik çerçevesinde biliniyor, bir de her parçasının dakikalarca hikayelerini anlatarak seyirciyi müziğinin içine tamamen dâhil etmesiyle. Efsanevi Bobby McFerrin’in oğlu Taylor McFerrin ise multi-enstrümantalist ve başarılı prodüktörlüğü ile piyasanın önde gelen isimlerinden. Robert Glasper, Derrick Hodge ve Justin Tyson üçlüsü sık sık birlikte görmeye alışık olduğumuz bir ekip; Robert Glasper Experiment’ten, çalıştıkları sanatçılara kadar birbirine oldukça alışık olan üçlü, en son geçen yaz Avrupa’nın içine dâhil olduğu bir turneye çıkmıştı.

 

“Sanatçının görevi içinde bulunduğu zamanı yansıtmaktır”

Uzun süredir birlikte çalıştıklarını görmemize rağmen, yıllardır arkadaş olan bu müzisyenleri böyle bir efsanevi grupta birleştiren Robert Glasper, Nina Simone’dan ve onun bir sanatçının görevinin bulunduğu zamanı yansıtmak olduğuna dair yaptığı açıklamadan ilham aldığını belirtiyor. Önceki çalışmalarında da ırkçılık, orantısız polis şiddeti, kadın hakları, eşitsizlik, adaletsizlik ve silahlı saldırılara göndermeleri bulunan Glasper, hayatı boyunca yaşanılan zamanda olunması ve sanatçılar olarak da tepkilerini vermelerinin gerekliliğine, bunun yolunun ise icra ettikleri müzikten geçtiğine inanmış. Gruptaki her bir üyenin de aynı konularda çalışmalarının olduğu ve dönemlerindeki sosyoekonomik ve kültürel olaylara ön sahalarda tepki gösteren isimler oldukları düşünülünce organik bir şekilde bir araya gelişleri de bir açıdan açıklanmış oluyor. “Bu grupta bir araya gelen kimse varlıklı bir geçmişten gelmiyor. Bu odaya birlikte girebilmek için türlü cehennemlerden geçmemiz, bir şeyler için savaşmamız, ağır zırhlarla kaplanmamız, gerçekliklerimizi oluşturabilmek ve şu an olduğumuz kişiler olabilmek için bir sürü şey yapmamız gerekti. Hepimiz bunun farkındayız, dolayısıyla ne zaman bir araya gelsek bu bir kutlama oluyor.” diyor Christian Scott. Her bir haber başlığının yeni dehşetler ve kaygılar taşıdığı bir dönemde hızlı ve anlık, yetenek ve kalple cevap verecek bir müziğe ihtiyaçları olduğunu belirten grubun üyelerinin her birinin varlığı direnç ve umut taşıyor. İçinde bulunulan zamana meydan okuyan, onunla yüzleşen ve insanoğlunun başarısızlıklarını yansıtan bir oluşum bu: nefret, ırkçılık, bağnazlık ve seksizm.

R+R=NOW, Reflect (yansıt) + Respond (cevap ver) = Now (şimdi) olarak açılan bir denklem. ‘Reflect’ kısmı Nina Simone’un siyasi duruşundan alınıyor; “Sanatçılar olarak yapmamız gereken yaşadığımız anı yansıtmak ve o dönem ile ilişkili olmak”. ‘Respond’, Derrick Hodge’un Terrace Martin’in albüm kaydı sırasında çaldığı harika bir cümle sonrası mutluluktan deliye dönen ekibe verdiği cevapla oluşuyor: “Sadece cevap veriyorum adamım!”. ‘Now’ yani ‘şimdi’ ise şöyle açıklanıyor Glasper tarafından: “Bulunduğunuz dönemi yansıtıp etrafınızda gerçekleşen olaylara cevap verdiğinizde ‘şu an’da olmak, ‘şimdi’ ile bağlantılı olmak dışında başka bir seçeneğiniz olmuyor”. Ve eşitlikçi bir bakış açısıyla ekliyor: “Bu ekip, lideri olan bir grup olarak kurulmadı. Parçaları dinlediğinizde liderin kim olduğunu bilemiyorsunuz, bu sebeple de tüm parçalarda piyano soloları yok. Ekibi bir araya getirirken bu müzisyenleri çağırma sebebim de tam olarak bu duruşa sahip, egotizmden uzak isimler olmalarıydı.” Bu tavırla, birbirinden bağımsız, bireysel olarak kuvvetli seslere sahip ve ayrı ayrı yetenekli müzisyenler bir bütün olarak, büyük bir amaçla hareket edeceklerdi.

Haziran ayında yayınlanan albümleri Collagially Speaking; tabiri caizse tarz-büken siyasi bir albüm. Dört gün süren albüm kayıtlarında, her şarkı stüdyoya girilmeden beşer dakika önce yazılmış ve tek seferde kaydedilmiş. Hedef ise ‘an’da olabilmek, spontane ilerleyebilmek. Mod, groove ve yapı geleneksel stil caz doğaçlamasına göre daha ön planda tutulmuş. Future-funk, West Coast cazı, avant-garde, hip-hop ve neo-soul gibi farklı tarzları harmanlamış albümün kayıtları sırasında ‘uğrayıp yalnızca takılmaya gelen’ Terry Crews, Omari Hardwick, Amanda Seales, Yasiin Bey, Stalley, Goapele ve Moonchild’ın bebek sesli vokali Amber Navran ise spontane bir şekilde kayıtlara dâhil olarak sevgi, yobazlık, kadın hakları, kişisel kayıplar, yaratıcılık gibi konularda parçalara ses oluyor.

Albüm bir direniş niteliğinde. Amerika’da ve tüm dünyada yaşanan haksızlıklara ve kötülüklere, şiddete, ayrımcılığa, sevgisizliğe; aynı zamanda bir fanusta balık olmaya kendini ve başkalarını esir eden tek düze müzik anlayışına direniyor. Ve direnmeye davet ediyor tüm dinleyicilerini. “Bizimle birlikte cevap verin!” diyorlar.

6 Temmuz Cuma günü, süper grup R+R=NOW, Maslak UNIQ Açık Hava Sahnesi’nde dinleyenleriyle buluşuyor olacak. Varlıklarını kutlamalı ve gidilebiliyorsa bu çok yetenekli ve yenilikçi müzisyenler canlı dinlenmeli, zira anlatacakları çok şey var.

Ayrıca, gruptaki her bir müzisyenin ayrı ayrı süper star olduğuna şahit olabilmek adına göz atılabilecek albümler:

  • Robert Glasper Experiment – Black Radio
  • Taylor McFerrin – Early Riser
  • Terrace Martin – Velvet Portraits
  • Christian Scott aTunde Adjuah – Introducing Christian Scott
  • Derrick Hodge – Live Today

Read article

Sabah 6:45. Sıradaki şarkı: “Geyikli Masallar”

Comments (0) Albüm, Bizim Sahneler

2-3 hafta evveldi. Burcu Tatlıses‘ten bir mesaj geldi. Büyük bir heyecanla şarkıdan beni haberdar etme nezaketi gösterdi. Çok gurur duydum ve mutlu oldum. Bir, iki gün beklemenin ardından artık e-postama yeni şarkı gelmeyince, e-posta sunucularına sövmeyi kenara bırakıp Burcu Tatlıses’e sordum. “Şarkı gelmedi?”

“Birtakım gelişmeler var” dedi. Bildiğiniz üzere sektörün iç meseleleri. Şarkı güzel, fikirler harika. Bunu çok iyi pazarlamak gerekiyor. Gelişmeler bununla ilgiliydi. Şarkı biraz gecikmeli gelecekti. Sonra, sabırla biraz daha beklemeye devam ettim “Geyikli Masallar”ı.

Geyikli Masallar

3 gün evvel sabah 6:45 civarı Bakırköy’den yaklaşık 2 saat sürecek işe varış süremin henüz başında geceden gelen e-postaları kontrol ediyordum. “Nihayet geldi!” ile başlayan bir e-posta ve Twitter mesajı. Burcu Tatlıses, sonunda heyecanını sürekli kabartıp, sonra da dizginleyerek geçirdiği günleri nihayete erdirip şarkıyı yayına alabildi. Gelişmeler nihayete erdi mi bilmiyorum ama gönlünden ve şarkısının içinden geçen güzel hisler bir adamın usul usul ilerlediği arabasından, evinde cam kenarında dışarı gözlemleyen kadının radyosundan, sokakta kulaklığıyla yavaşça yürüyen bütün insanların kulağında yankılanmasını umuyorum. Bir şarkının varabileceği en güzel yer orası.

Geyikli Masallar, bulutlu bir havanın şarkısı. Burcu Tatlıses’in muazzam şiirsel yanı, yaşadığı duyguyu harika cümlelerle anlatması bende hep hayranlık uyandırdı. Aynı şeyi bu şarkıda da bulmak mümkün. Mesela, diyor ki; “bu kasığından kan damlar”, “doğuramaz kendini, derdini.” Harika…

Geçen sabah arabada Cihan Mürtezaoğlu dinlerken, Manuş Baba’nın hızlı yükselişi ve lince doğru sürüklenen hikayesini konuşuyorduk. Olayı, Cihan Mürtezaoğlu üzerinden düşünmeye çalıştım. Ayakları yere basan ve kendine has duruşu alan insanların yıkılmadığından emin oldum. Aynı şeyi Burcu Tatlıses için de dile getirebiliriz. Burcu Tatlıses, hayatımda sözleriyle beni sarsan ve sık sık “manevi babam” diye tabir ettiğim Bülent Ortaçgil gibi şiirsel yanıyla sarsan nadir müzisyenlerden biridir. Anlattığı hikayenin içine ortak ediyor ya da ait olmasınız bile size o hikayeyi hissettiriyor. Bu şiirselliğin üzerine bir de güzel müzik eklenince zaten ömürlük bir şarkıyla baş başa kalıyorsunuz. Gün sonunda dönüp, “iyi ki böyle bir şarkı yapmış” diyorsunuz. İyi ki…

Geyikli Masallar’ın bir de klibi var. Yönetmenliğini Selçuk Demirci’nin yaptığı, Burcu Tatlıses’in Gürgen Öz ile beraber oynadığı klibi de Youtube üzerinden izleyebilirsiniz.

Geyikli Masallar’ın arkasındaki diğer isimleri de anmamak olmaz. Elektrik gitarlarda Cenk Şanlıoğlu, akustik gitar ve kopuzda Yiğit Büyükeroğlu, bas gitarda Selim Aydın ve davulda Ethem Saran ile kaydedilen şarkının mikslerini Emre Kula, masteringini ise Evren Arkman yaptı.

iTunes ve Apple Music üzerinden de dinleyebileceğiniz şarkıya burcutatlises.com üzerinden de ulaşabilirsiniz.

Read article

Duble Lansman: Balina & Feza

Comments (0) Bizim Sahneler, Konser

Feza ve Balina, albümlerinin lansmanı için Duble Lansman ismiyle Babylon’daydı. Biz de oradaydık.

Sahneye ilk çıkan grup Feza oldu. Peyote’de de defalarca çıkan bu iki grup, lansman için Babylon’u seçmişti.

Seyirci yerini almaya başladığında Feza ilk riff’lere girdi. Volkswagen Arena dışında çok iyi ses düzenine sahip mekan uzun zamandır görmedim. Babylon’un Bira Fabrikası’ndaki sahnesinin ses düzeni de müthiş değil ne yazık ki.

İlk grup Feza

 Arda Söyletir, Şakir Kış, Mehmet Demirdelen’den oluşan Feza, stoner rock’ın öküzleme distortion’ı terimini bass gitar için söyletiyor. Hani her zaman deriz ya, “abii bass’ı açın, duymuyoruz” diye… Bu sefer tam tersi oldu. Varsın biraz da gitarı duyamayalım be. Bu sefer hiç rahatsız etmedi gitarı az duymak. Hepimiz bass gitar’a odaklanmıştık çünkü. Uzun zamandır yerli metal konserine gitmemiştim ve fabrika ayarlarıma dönmüş gibi hissettim.

Parçalar albümdekiyle tamamen aynıydı dediğim anda öğrendim ki, “albüm kaydı zaten hücum kayıtlardan oluşuyordu. Tüm albüm hücum kaydedildi ve böyle basıldı.” Bunun müthiş bir detay olduğunu düşünüyorum. Helal be çocuklara. 21. yy’da kanal kaydın o kadar da elzem olmadığını mı oğrettiler yoksa teknoloji o kadar ilerledi ki hücum kayıtlar, kanal kayıt kalitesinde artık mı dedirttiler. İkisinin arasında kaldım fakat konumuza dönersek; konserin yıldızı bass gitar riff’leriydi. Sözler ise derin, esrarengiz, karanlık ve etkileyici. Grup, vokal grubu değilse eğer, mikrofon sound-check’leri çok dikkate alınmıyor diye düşünüyorum. ‘Enstrümanlar iyi duyuluyor mu ok o zaman oyna devam‘ gibi bir durum söz konusu genelde. Fakat Feza’nın şarkı sözlerinin duyulmasının mühim olduğunu düşünüyorum. En az yaptıkları besteler kadar etkileyici çünkü.

İkinci grup Balina: 

Gitarda Alican Öyke ve davulda Burçin Esen’den oluşan Balina, 70’lerin progressive rock müziğini vokalsiz olarak sunuyor bize. Rock’n Roll gitarlar da duyabiliyorsunuz, kuzeyin karanlığından gelen stoner riff’ler de…

Balina, tecrübeli iki müzisyenden oluşuyor. Konser deneyimleri ve enstürmanlarına hakimiyetleri bariz ancak vokalsiz müzikler, çok melodik olmadığı ya da uzun gitar soloları barındırmadığı sürece ne kadar iyi olursa olsun dinleyiciye  “çıkıp biraz hava alalım mı?” sorusunu sorduruyor.

Albümün kayıtları Replikas’tan da tanıdığımız Barkın Engin tarafından yapıldı. O da konserdeydi ve eserini canlı da izlemek herhalde mutlu etmiştir. Ben çok mutlu olurdum kesin. Balina, en az albümdeki kadar lansman konseriyle de dinleyici üzerinde sağlam bir etki bıraktı.

Konser çıkışı, Babylon’dan ayrılırken Çarşamba gecesi şehir merkezinde, geceden keyif alan yaklaşık 100 kişi varmış gibi görünüyordu.

Fotoğraflar @Babylon

Read article