Underground vs. mainstream özellikle sosyolojik tartışmalarda bol bol kullanılan bir karşılaştırmadır. Ben bu tartışma ile ilk defa lisans zamanında Erkan Saka‘nın dersinde karşılaşmıştım. Erkan hoca underground’dan mainstream’a dönüşen bir fenomen var mı aklınızda, hadi bir örnek bulalım şuna dediğinde, aklıma o dönem artık popüler bir grup olan Mor ve Ötesi gelmişti. Sanırım yıl da 2008’di.
Arka sıralardan, “Hocam Mor ve Ötesi var.” dedim.
“Nasıl yani dedi?” Erkan Hoca.
“Hocam 5-10 yıl öncesinde rock gruplarını ya da rock’çıları satanist diye içeriye atıyorlardı. Şimdi Eurovision’a Mor ve Ötesi’ni gönderiyoruz. Rock grupları trend oldu” dedim.
Hoca haklısın, çok iyi örnek dedi. Sonrasında final sınavına çalışırken, arkadaşların ders notlarında bu anektodu görmüştüm. Güzel bir de sırıtmıştım, çünkü dersin bağlamına çok iyi uyan bir örnekti. Bu örnek, bu yazının da konusu haline geliyor: Underground ve mainstream arasındaki ilişki ya da gerilim.
Underground neydi? Mainstream neydi?
Underground kuşkusuz önemli bir alan. Modern bir fenomen. Varlığı mainstream’a fazlasıyla bağlı. Underground dediğimiz şey, biraz da mainstream hayatta olduğu için var. Yani diyalektik yine iş başında. İkisi de birbirinin varlığını etkileyen bir fenomen haline geliyor. Doğu ve Batı gibi, Siyah ya da Beyaz gibi… Doğu’yu kaldırdğımızda, Batı’yı nasıl anlatabiliriz ki?
Dolayısıyla bu ikili zıtlık, doğrunun iki ucunda olanlar arasında bir tür gerilim de yaratıyor. Underground’da yer alan biri, mainstream’in pratiklerine uzak olduğu ya da alışık olmadığı için onu bir tür öcü olarak görüyor. Bu da bahsettiğim gibi doğrunun iki ucunda olanlar için gerilim yaratıyor. Bu zamana kadar ben de bu gerilime sahiptim. En azından müzik tarafında, underground bir grubun mainstream’e geçişi beni çok tedirgin ederdi, ve hatta dinlemeyi bırakırdım. Bu konu üzerine çok da yazı yazmışlığım vardı. (bir ABV dememişliğim vardır, davayı sattılar demişliği vardır vs.). Bu yazıyı da şu gerilimden artık bir kurtulmak için ya da kurtulsak mı demek için yazıyorum.
Gerilimden ilişkiye
The Clash 1970’lerde underground bir grup olarak doğdu. Sonra dönemin Punk rock ortamının dinamikleriyle, bir anda kendini mainstream bir grupken buldu. Albümleri milyonlar sattı, dünyaca bilinen bir grup haline geldi. Yani underground’dan mainstream’e transfer oldu. Şimdi bu durum neden bir problemi doğursun ki? The Clash gibi bir grubu dinledik, bu neden kötü bir şey nitelendirilsin ki? Popülerin çiğliğini, tek düzeliğini kırmasında yardımı dokunmadı mı The Clash’in popülerliği? Ana akımı dönüştürmedi mi? Ana akımı Justin Bieber‘a mı bırakmak gerekti?
Mor ve Ötesi, 2005 yılında çıkardığı Dünya Yalan Söylüyor albümüne kadar neredeyse underground bir grupken, Dünya Yalan Söylüyor albümüyle bir anda ana akıma transfer oldu. 2005 yazında tüm Türkiye ‘gürültü’ye kulaklarını alıştırdı. Kötü mü oldu şimdi? Mainstream’de gençler Serdar Ortaç‘ın anlamsız sözlerle dolu, 2-3 notadan oluşan saçma sapan şarkılarını dinleyerek mi büyüseydi? Kötü mü oldu şimdi bu?
Sonuç Yerine
Underground ve Mainstream arasındaki tartışmalar hiç bitmez ve bitmeyecek de. Bu yazıda iki ucun birbiri ile ilişkisini biraz daha yakınlaştırmaya çalıştım. Çok uzaktalar. Oysa çok girift ve kompleks ilişkilerin döndüğü bir alanda yer alıyorlar. Arctic Monkeys’i tüm dünyanın dinlemesi kötü bir ‘şey’ değil. The Clash davayı hiç satmadı, sadece daha çok para kazandı. Mor ve Ötesi iyi müzik yaptığı için çok dinlendi ve popülerleşti.
Müziğin underground vs mainstream ilişkisinde, underground’un işlevlerinden biri popüler alanın tek düzeliğini kırmak, sanattan ya da yaratıcılıktan uzak tarafını, sanata ve yaratıcılığa çekmek de aynı zamanda. Dolayısıyla underground’dan mainstream’a gidenlere biraz da bu gözle bakmak gerekiyor. En azından popüler müziği Demet Akalın, Serdar Ortaç türevlerine bırakmamak gerek.
Konu üzerine güzel bir case study vakası: How Yo! MTV Raps Changed Hip-Hop