Öyle bir müzisyen düşünün ki, yaptığı şarkılar kategorize edilemediği için yeni bir tarz “yaratılsın”, new ageden senfoniye her alandan beslenen bu isim müziğe ait tüm sınırları zorlasın. Öyle bir insan düşünün ki, müzik kadar demokrasiyle de derdi olsun, doğru bildiğinden geri adım atmamak uğruna sürgünü göze alsın… Peki, Ahmet Kaya müzikal olarak nasıl besleniyordu ve son günlerindeki hayalleri neydi? Aklımızdakileri Gülten Kaya’ya sorduk
Ahmet Kaya’nın müzisyen kimliği genelde, müziğinin bir parçası olan politik konular nedeniyle biraz geri planda kaldı. Onu en yakından tanıyan kişilerden biri olarak Ahmet Kaya müzisyen olarak sizce nasıl biriydi?
Bu soruyu nesnel olarak yanıtlamak gerekirse; Ahmet Kaya müziğini, kendi kişisel ve sınıfsal arka planından, yaşadığı coğrafyadan ve toplumsal/tarihsel dönemden koparmadan değerlendirmek gerekir. Onu ve müziğini var eden, şekillendiren dinamiklere bakıldığında, bu etkenlerin izlerini, bir müzik insanının yanısıra, aynı zamanda bir muhalif olduğunu, şarkılarda kendi döneminin tanıklığını yaptığını görmek mümkün. Bana göre onun sanatçı kimliğini toplumcu gerçekçilik içersinde ele almak da mümkün. Dolayısıyla hem kendisini, hem de kendisi olarak ürettiği müziği toplumsal kimliğinden koparmadan değerlendirmek lazım.
İçine doğduğu kültür/dönem, onun kişisel yapı taşlarını oluşturan koşullar/olaylar dizisi, bireysel/düşünsel gelişimi vb onun varoluşunu açıklamaya yarayacak ara başlıklar aslında.
SEKTÖRDE YARATTIĞI ŞAŞKINLIK NEDENİYLE YENİ KATEGORİ BULUNDU
Müzikal olarak nelerden beslenirdi?
Tüm bunların yanısıra, gerek sokakta gerekse sanatta “mevcut” ve “verili” olanı reddetmeden, onu geliştirmeye ve giderek aşmaya çabalayan bir müzikal yolculuğu olduğunu da görürüz. Ve/fakat “devrimci” bir yaklaşımla, kendisine sunulana rıza göstermeyen, değişime ve onun sonsuzluğuna inanan yaklaşımı kendi müziğine çok hakim kıldığını görüyoruz. Müzikal açıdan beslendiği ya da etkilendiği tek bir tür, tarz, enstrüman, üslup yok. Adeta bir “deneysel arayış müziği” için yola koyulmuş. Sadece geleneksel sazlara yaslanmadan, batı enstrümanlarını onlarla buluşturmuş, farklı ses ve ritmler aramış, mevcut kalıpların dışına çıkarak, cesaretle, kendine has bir sound oluşturmaya çalışmıştır. Tam da bu nedenle onun müziği tanımlanamamıştır. Sektörde yarattığı şaşkınlıkla onun müziğini tanımlamak için de “özgün” diye bir kategori bulunmuştur. Çünkü Ahmet Kaya müziği yeni bir kulvardır aslında.
İLTİFATLARA İTİBAR ETMEYEN BİR SANATÇI
Stüdyoda kayıt süreçlerinde nasıl bir kişiydi? Müzisyen olarak kendi doğrularına mı yoksa stüdyodaki ortak fikre mi inanırdı?
Ahmet çok hızlı üretebilen bir müzik insanıydı. Besteyi yaparken, o duygunun ve o müzikal trafiğin içine hangi enstrümanları katacağını daha baştan kendi aklının içinde kurar, nerede ne istediğini de aranjörüne söylerdi. Eğer bir şarkının içinde bir kaç saniye için bir arp sesi duyuyorsa, o koca arp o stüdyoya gelirdi. Onunla çalışanlar, bu çalışmayı hep bir şans olarak kaydetmiştir hafızasına. Hem çok dikkatli hem çok eğlenceli, aynı zamanda hem çok gergin fakat bir kaç dakika sonrasında çok relax, titiz, hatayı duysa da müthiş bir olgunlukla telafisine olanak tanıyan biriydi. Kayıtlar stüdyoda bulunan herkes için çok eğlenceli geçerdi. Olmazsa olmazlarından iki kişiden biri duayen tonmaister rahmetli Sıtkı Acim, diğeri de kaçınılmaz olarak ben olurdum. İltifatlara pek itibar etmez ve gerilse de eleştirilerimizi/ düşüncelerimizi büyük bir dikkatle dinlerdi. Şöyle söyleyeyim; İstanbul dışında olduğum için bulunamadığım bir kayıt bir türlü tamamlanamamış ve ben döner dönmez de iki-üç gün içinde bitmişti. Ortak fikre değer verirdi elbette ama aslolan hep en güvendiği algı olurdu.
Stüdyodaki diğer müzisyen arkadaşlarıyla nasıl bir diyaloğu vardı?
Dediğim gibi çok eğlenceli geçerdi kayıtlar. Ahmet disiplini sevmeyen, özgür bir ruhtu ve o anda bir eşlik içine sinmezse derhal notaları müzisyenin önünden alır ve doğaçlama çalmasını da isteyebilirdi. Ki İlyas Tetik, Erdinç Şenyaylar gibi müzisyen arkadaşlar bunu çok defa yaşamışlardır. Hem çok titiz hem çok eğlenceli çalışırdı. Bazen stüdyoyu bir restauranta çevirdiği de olurdu. Kayıt disiplininden ziyade, herkesin eseri dinleyip hissetmesi ve iyice sindirmesi için sohbet masaları etrafında yenilir içilir ve şarkı üzerine konuşulurdu. Müzisyenlere, o şarkının derdini, ruhunu anlatmayı ve onların da bunu hissetmesini sağlardı. Okumaları genellikle gece yapmayı tercih eder, sesi yorulana kadar devam ederdi. Sevdikleri ve güvendikleri oradaysa ve keyfi yerindeyse bir defada okuyup çıktığı da olurdu. Bir de genç müzisyenlere şans vermeyi çok severdi. Risk alır ve örneğin henüz yetişmekte olan bir tonmaister’a mix denemeleri yaptırabilirdi.
“ONUNLA ÇALIŞANLAR KAHKALARINI ANLATIR”
Stüdyodayken unutamadığınız bir anınız var mı?
Elbette çok var. Keşke stüdyo süreçlerindeki müzik mutfağının görüntü kayıtları olsaymış diye çok hayıflanırım. 90’lı yılların ikinci yarısına kadar kayıt stüdyoları çok azdı İstanbul’da ve A grubu müzisyenler de genellikle aynı stüdyoyu tercih ederlerdi. Bundan dolayı bir müzisyenin saati dolmadan bir başkasının kayıt saati gelir ve bu çakışmadan bile bir eğlence doğardı. Ahmet Kaya hızlı çalışan biriydi. O yıllarda meslek birlikleri ve Bakanlık denetimleri de olmadığı için müzik insanları albüm satışlarını çok kontrol edemezlerdi. İtiraf etmeliyim ki bazen işimiz bitmiş olsa da stüdyoya fazladan yayılıp, yapımcının hiç değilse saat ücretine para harcamasından keyif alır, stüdyonun ve çalışanların tarafında dururdu. On kişi isek yirmi kişilik yemek siparişi verdirir, yemek paketlerini çalışanlar evlerine götürsün isterdi. Özel anıları burada anlatmam çok zor ama şu kadarını söyleyeyim, bugün onunla çalışmış hangi müzisyene sorsanız size sadece kahkahalarını anlatır.
Ahmet Kaya bir gece içerisinde Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Müzisyen olarak Paris’te nasıl yaşıyordu?
Avrupa’da konserler, turneler yapmaya devam etti. Uçak fobisi nedeniyle orada bir araba aldı ve genellikle de Avrupa konserleri yapmayı tercih etti. Denizaşırı, uzak mesafeleri hep reddetti. Buradaki orkestrasından bazı arkadaşlarımız ve orada tanıştığı müzisyenlerle yaptı bu konserleri. Son yıllarda kendi yapım şirketimizi ve kayıt stüdyomuzu kurmuş ve son albümün kayıtarını da orada yapmıştık. Gitmesi nedeniyle yarım kalan bu albümün kayıtları çok düşündürüyordu onu. Birkaç defa dengeler ve bir ön mix yaptırarak Paris’e götürdüm ama pek benimsemedi. Okumaları hep yeniden yapmak istiyordu. Bir mahkemesi sonuçlanmış ve ceza almıştı. Dönüş yolları giderek kapatıldığı için Fransa’nın güneyinde Bordeaux bölgesi civarında sakin bir yer bulup, stüdyo açmayı ve bir süreliğine orada yaşamayı düşünüyordu. Bu projesini tonmaisterı Sıtkı Acim’le konuşmuştu, çünkü onu istiyordu yanında. O da kabul etti ve biz 2000 yılı yaz aylarında böyle bir mekan bulmak için epeyce dolaştık güneyi.
Paris’te yaşadığı dönemde müzik üzerine planları nelerdi?
Sözünü ettiğim o stüdyo projesi gerçekleşseydi, burada koşullar düzelene ve üst mahkemeden karar belli olana kadar çalışmalarını orada sürdürecekti ve/fakat buna zamanı yetmedi. Ne yerleşik olabiliyor, ne dönebiliyordu ve bu psikoloji onu ve üretimini çok etkiliyordu. Kürtçe ve Fransızca dil çalışıyordu yoğun olarak. Hem Kürtçe şarkı yazabilmek, üretebilmek hem de oradaki günlük hayatını kolaylaştırabilmek için. Bir de sinema yapmak istiyordu. Aklında hikayeler vardı ve zaman zaman arabayla kasabalara, köylere gider, aklındaki mekanları arardı. Müzikal planları da hayatı gibi kesintiye uğradı maalesef.
DENEYSEL ÇALIŞMALAR YAPAN GENÇLER ÇOK İLGİSİNİ ÇEKERDİ
O dönemde dijital araç ve gereçler gündelik hayatta bu kadar baskın değildi. Türkiye’de müzik tarafında olanları nasıl takip ediyordunuz?
Ahmet daha Türkiye’de iken internet kullanmaya başlamıştı (commodore’u filan da ilk kullananlardandı). Zaten dijital ağırlıklı bir stüdyo kurmuştuk. Son derece donanımlıydı bu konularda ama doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye’de kendini çok tekrarlayan ve tıkanmış olduğunu düşündüğü popüler müzik alanında neler olup bittiği ile pek ilgilenmiyordu. Onun ilgisini daha çok genç ve alternatif/deneysel işler yapanlar çekiyordu. Gerisi zaten her evde olan TV’ler sayesinde, istemesek de yeterince hayatımıza giriyordu popüler işler.
Fransa’da yapılan müzikler hakkında neler düşünüyordu?
Bu soruyu nasıl yanıtlamalıyım bilemedim. Teknik açıdan mı, müzikalite açısından mı? Şöyle söyleyeyim; Bizler Fransa müziği ile Edith Piaf, Slyvie Vartan, elektronik müzikte Jean Michel Jarre gibi müzik insanları üzerinden tanışmış bir kuşağız. Rock, Jazz ve alternative deneysel işler onun ilgi alanıydı daha çok. Fransız radyo ve TV’lerinde de o örnekleri dinlerdi rastladıkça. Ha, new age ilgi alanındaydı tabi.
Ahmet Kaya’nın ilk albümünden son albümüne kadar sanatında denemeler yapmaktan çekinmeyen bir kimliğe sahipti. Sizce Fransa’da yapılan müziklerden etkileniyor muydu?
Etkilenmek demeyelim ama Noir Désir’i beğenirdi. Şunu söyleyeyim: Kızımız Melis büyüdükçe ve evde dinlediğimiz albümleri algıladıkça şaşırıyordu. Iron Maiden’dan fadolara kadar geniş bir scala vardı dinlediklerimiz içersinde.
Bir besteci olarak ona tüm müzikal sınırların az geldiğini görüyordum. “Doğada, bir yerlerde 8. ve 9. notalar da vardır, biliyorum, bulmalıyız” derdi hep. Ahmet müziği Dünya’nın neresine ait olduğuna bakmadan dinlerdi ve etkilendiği müziklerin hangi ülkelere ait olduğuna bakmaz, kategorize etmezdi. Şu söz de ona aittir; “ ‘Do’ Adıyaman’da da Afrika’da da aynı “do”dur.
Vefatından önce kafasında müziğinde yeni bir türe açılma/yorumunda değişiklik yapma niyeti fikri hiç olmuş muydu?
Bir besteci olarak o hep hissettiğini yaptı ama elbette “yerel” içersindeki normları, sınırları ve olanakları zorlayarak. Ama aklında iki şey vardı: Biri koleksiyona yönelik senfonik çalışmalar yapmak (ki Attila İlhan ile buna dair fikirlerini de paylaşmıştı), diğeri de geleneksel müziğin içindeki dinamizmi açığa çıkarmak ve ağırlıkla vurmalı sazlara dayalı işler yapmak. Mesela deyiş ve semah gibi yapılardaki ritmi yükseltmek ve bu müziklerdeki dinamik ruhun altını çizmek.